Misafir Yazar
Lingua Est Gaudium Vitae / Çetaw Nart
Sizce bizim gibi diasporada yaşayan kaç millet vardır?
Asyalılar yaşam kalitelerini yükseltmek için dünyaya yayılmışlardı. Özelikle “Vahşi Batı” ve California’daki Altın’a hücum noktasında Çinli göçmenler, o kadar fazlaydı ki beyaz adam, gelen her çekik gözlüyü potansiyel linç objesi olarak görmeye başlamıştı. İbraniler, binlerce yıl önce sürgün edildikleri topraklara geri dönseler de bu süreçte dört bir yanda kök saldılar, iz bıraktılar. Ermeniler, Yunanlılar, Arnavutlar vd. Bir şekilde vatan dedikleri sınırları belli topraktan uzaktalar. Dilleri, güvence altında çünkü dillerini kullanıyorlar. Yazım dili, eğitim dili olmuş. Velhasıl her millet bir nedenden dolayı diaspora sofrasına oturmuş durumdadır. Peki ya kültürler, milli duygularını ana dilleriyle ne kadar ifade edebiliyorlar?
Biz ne durumdayız?
Tevfik Esenç tüm ömrünü Manyas’ın Hacı Osman köyünde geçirmiş, 7 Ekim 1992 yılında vefat etmiştir. Esenç’in ölümüyle birlikte ironik bir şekilde Hattilerle akraba olan bir halkın dili olan Ubıhça’da Anadolu’da ölen diller kervanına katıldı. Tüm yaşamı boyunca 3’ü sesli 85 harfli bir dili, yani anadilini yaşatmak için savaşmıştı.
Ruhu şad olsun…
Her 21 Şubat, Dünya Dil Günü olarak kutlanmaktadır. 2019 yılında ise farklı bir anlam kazandırılmıştır. Çünkü BM, 2019’u “Dünya Yerli Dilleri Yılı” ilan etmişti.
BM’ye göre; dünyada her iki haftada bir dil içinde yaşadığı entelektüel ve kültürel ortamın ektisi ile yok oluyor. Konuşulan dillerin yüzde 40'ı yok olma tehlikesi altındadır. Dünyada 8 bin civarı dil konuşuluyor, 5 binden fazla " kültür” varlığını sürdürüyor. UNESCO, her yıl dünyada 10 dilin öldüğünü raporlarında belirtmiştir. Bu süreç devam ederse, 100 yıl içinde birkaç dil dışında dil ve kültür gelecek yüzyıllara taşınamayacaktır.
Şüphesiz biz Kafkasyalılar için dil, millet olmanın birinci koşulu olarak görülmektedir. Kısmen doğrudur. Çünkü, Türkçe, Rusça, Gürcüce konuşurken Oset, Abaza, Adige, Çeçen olamayız. Ancak, tarihsel olarak geriye doğru gidersek, eğitim, ticaret, bilim, sanat dili olarak kullanmadığımız dillerimizi yaşatma ve koruma şansımız ne yazık ki yoktur. Biraz korkutucu bir tespit değil mi?
Alacağımız kararlar artık dillerimizi gelecek asırlara taşıyabilecek yönde olmalıdır. Rusya Federasyonu’nda yer alan cumhuriyetlerimizde, eğitim dili ana dillerimiz olmadığı gibi, haftalık eğitim saatleri de erozyona uğratılmıştır. Eğitim kalitesinin de zayıflığı kaçınılamayacak bir gerçeklik olarak karşımıza çıkıyor. Diasporada ise durum daha kötüdür. Yazılı ve görsel organlarımız yetersiz olduğu gibi anadilde yazılmış eser yoktur.
Kurslar açıyoruz, temel eğitimini, mantığını öğretiyoruz. Ama kullanamıyoruz. Çünkü, benliğimiz hala Abaza, Oset, Adige milletinin bir parçası olduğunu henüz kendimize itiraf edememiş.
İtiraf etsek ne olur demeyin. Önce millet bilincimiz olmalı ki dilimizi ve kültürümüzü savunabilelim.
Hadi şimdi çözüm üretelim birlikte. Öncelikle bilincimizi millîleştirmeliyiz. Oset, Abhaz, Adige, Çeçen kimliklerimizi hissetmeliyiz. Bir kültürümüzün, geçmişimizin, dilimizin varlığına inanmalıyız. Dilimizi koruyabilmenin ve kullanmanın birinci adımını attık.
İkinci Adım; Kurslar açtık. Elimizde eğitim materyallerimiz ve eğitmenlerimiz var. Öğrenciler geldi. Metodoloji kurmak şart. Eğitimi sık tekrarlı, yazma ve okuma ile destekleyerek konuşma ve dinleme ile sürdürmeliyiz. Linguistik açıdan dillerimiz yeterince zorlu. Beynimize “bu dile ihtiyacım var,” mesajını vermeliyiz.
Üçüncü Adım; Öğrencilerin devamlılığını sağlamak gerçek bir muammadır. Çünkü, normalde eğitim ve iş süreçleri içinde yeteri kadar yorgundurlar. Hobi olarak hayatlarına aldıkları yeni süjeyi bir gerekliliğe çevirmek gerekir. O zaman ara ara sosyal faaliyetler ile önceden programları bildirilmelidir. Cüz’i bir ücret ile materyalleri bedava verilebilir. Gelenekler, tarih ve kültürle ilgili bir sohbet, seminer hatta dansla keyif katılabilir. Devam etmeleri için bir motivasyon verelim.
Dördüncü Adım; Kendi eğitim materyallerimizi, yazılı eserleri üretelim. İlk başta profesyonelliğe gerek yok. Ana dilde yazılmış, Türkçe ile desteklenmiş akabinde sadece anadilde hikâye, şiir, roman, deneme, makale derken; diaspora literatürünü oluşturduk.
Beşinci Adım; Kendi aramızda ilk başta hâl hatır sorarak, sonra muhabbeti koyulaştırarak pratik yapmalıyız.
Altıncı Adım, ki bence en zoru. Birbirimizi yargılamadan, burun kıvırmadan, sıkılmadan dinlemeli, öğretmeli, paylaşmalıyız ki diller otursun.
Beklentiyi yüksek tutmadan, uzun vadeli planlama yapmalıyız ki, dil ve kültür gelecek kuşaklara sembolik bir angarya olarak değil, bir bilinçlenme olarak yerleşmelidir.
Ne dersiniz? Yola bir de bu şekilde mi çıksak?
Sahip çıkacağımız kimliklerimizle birlikte birbirimize sahip çıkacağımız günlere….
ÇETAW Nart
15.09.2020- Istanbul
Lingua Est Gaudium Vitae / Dil, yaşam sevincidir. (Latince)