Hayri Ata
Alanlar Türk mü?
Bazı, çoğunluk Türk kökenli, tarihçi-yazarların gerek kitaplarında gerekse internet sitelerinde yayınlanan yazılarında Alanların Türk boyları olduklarına ilişkin ciddi iddialar öne sürdükleri bilinen bir gerçek.
Bu iddialar İskitler için de geçerli..
Yazıyı uzatmamak için alıntılar yapmayacağım
Bu iddialar gerçek tarihçiler tarafından pek ciddiye alınmasa da Türkiyeli okuyucularda yer yer kafa karışıklığına neden oluyor.
Bazı temel tarihsel olgularla karşılaştırdığımız zaman bu iddiaların temelsiz ve fantezi oldukları kolayca açığa çıkar.
Yani, Alanlar Türk değildir!
Şöyle başlayalım; İskitler, Sarmatlar ve Alanlar eskiden “Aryan” olarak bilinen ancak bu tanımlamanın XX. Yüzyılda Nazi ideologları tarafından “üstün ırk” ideolojilerine dayanak yapılması nedeniyle terk edilen, yerine “Hint-Avrupalı” teriminin kullanıldığı halklar ailesinin bir koludur.
Hint-Avrupalı halklar hakkında yapılan araştırmalarda öne çıkan isimlerden Litvanya asıllı Marija Gimbutas (1921-1994) Hint Avrupalıların anayurdunu Hazar Denizi’nin kuzeyinden Karadeniz’in kuzey bölgelerine kadar olan coğrafyaya yerleştirir.
MÖ 4500 yıllarından itibaren bu halkların batıya (Avrupa), kuzeye (İskandinavya), doğuya (Orta Asya), güneydoğuya (İran ve Hindistan) ve Balkanlar üzerinden Anadolu’ya yayıldıklarını öne sürer.
Bu halklar gittikleri yerlere tekerlekli ve atlı savaş arabalarını, maden işlemeyi, atlı savaşçılığı da beraberlerinde götürmüşlerdir.
Tarihçiler, dilbilimciler ve arkeologlar tarafından genel kabul gören bir görüştür bu. ( J. P. Mallory, Hin Avrupalıların İzinde, Dost Y. 2002)
Hint-Avrupalıların anayurduna ilişkin daha başka görüşler de vardır ancak bunlar bilim çevrelerinde pek rağbet görmemiştir.
Hint-Avrupalılar bugünkü Avrupalı milletlerin kökenini oluşturan, beyaz ırkı temsil eden ve büyük medeniyetler kurmuş bir kavimler topluluğu olarak kabul edilir. Hint-Avrupalı halklar İran, Hint, İskit, Germen, Roma, Yunan, Kelt, Slav, İskandinav ve Baltık halklarıdır (Mallory).
Hint-Avrupalı halkların tarihte ve günümüzde var olduklarına ilişkin tarihsel önerme dilbilimsel, arkeolojik ve karşılaştırmalı mitolojik araştırmalara dayanıyor.
Örneğin, “üç”, “anne” ve “kapı” sözcüklerinin, eski İrlanda dilinde (tri, mathar, dorus), eski İngilizcede (thrie, modor, dor), Almancada (drei, mutter, tür) Latincede (tres, mater, foris), Litvanya dilinde (trys, mate, dver), Rusçada (trije, mat, dver), Yunancada (tres, meter, thura), en eski dillerden olan Sanskritçede (tri, matar, dvaras), Toharcada (trai, macer, twere) ve Oset dilinde (arta, mad, duar) olması tesadüf olmasa gerekir.
Eski çağlarda yaşayan toplumlar incelenirken Hint-Avrupalı kavramını yok saymak, önemini azaltmak veya görmezden gelmek araştırmacıyı yanlış ve hatalı sonuçlara götürür.
Tarihsel araştırmalarda kullanılan materyaller genellikle yazılı belgeler, arkeolojik bulgular ve dil bilimsel araştırmalardır.
Ancak ünlü Fransız dil bilimci George Dumezil ile birlikte karşılaştırmalı mitoloji de tarih araştırmalarının özellikle Hint-Avrupalı toplumların önemli bir “materyali” haline gelmiştir.
Hint Avrupalı halkların mitolojilerini karşılaştırmalı metotla inceleyen Fransız dilbilimci Georges Dumezil (1898-1986) bu halkların ortak bir kökenden geldiklerini açığa çıkarmıştır.
Dumezil 1923’te geldiği Türkiye’de yıllarca kalmış ve Kafkas dilleri hakkında araştırmalar yapmıştır; daha sonra ünlü Oset dilbilimcisi Vasili I. Abaev (1900-2001) ile birlikte Oset dili ve mitolojisi (Nart Destanları) üzerine çalışmalarını sürdürmüştür.
Nart Destanları, 1935’lli yıllardan itibaren yıllarca Osetya’da köy köy dolaşan Oset ve Rus bilim adamlarının Oset yaşlıları ile yapılan birebir görüşmelerinde derlenmiş ve tüm değişik varyantları 1952 yılında toplam 12 ciltte yayınlanmıştır.
Nart Destanları ve diğer Hint Avrupa kökenli halkların destanlarının, özellikle Roma Kuruluş Destanı ve Mahabharata adıyla bilinen Hint Destanlarının karşılaştırmalı incelenmesinden çıkan sonuç Osetlerin İskit-Sarmat ve Alan kökenli oldukları ve bunların da Hint-Avrupa halklar ailesinin Hint-İran kolunun bir bileşeni olduğudur.
Kısaca, dilbilimsel, arkeolojik ve mitolojik araştırmalar Osetlerin Alan, Sarmat ve İskit kökenden geldiklerini kanıtlamaktadır.
Osetler bir Kuzey Kafkasya formasyonu iken İskit, Sarmat ve Alan formasyonları Güney Sibirya ve Merkezi Asya’da oluşmuş ve bu kavimler MÖ X. yüzyıldan itibaren kuraklık, otlak yetersizliği, savaşlar ve son olarak Hun-Moğol baskısı gibi değişik nedenlerle ve bin yıl kadar süren Hazar Denizi’nin kuzeyinden batıya doğru, Kuzey Kafkasya ve Kuzey Karadeniz bölgelerine göç etmişlerdir.
Bu halkların dilleri ve Oset dili Hint-Avrupa halklarının önemli bir bileşeni olan İrani Dil Ailesi’nin kuzeydoğu kolundandır. Gerek arkeolojik kazılar ve karşılaştırmalı mitolojik çalışmalar gerekse özel adlar ve yer adları bilimi bu halkların dil, din ve kültürel anlamda birbirinin devamı olduklarını göstermektedir.
HİNT-İRAN ORTA ASYASI –İSKİTLER VE ALANLAR
İskit-Sarmat-Alan tarihi ile ilgili yapılan araştırmalar daha çok bu halkların batıya, Güney Rusya ve Kuzey Kafkasya’ya göçlerinden itibaren başlatılır.
Bu halkların batıya doğru bu büyük göçlerinden önce Güney Sibirya, Orta Asya, Doğu Asya ve Güney Batı Asya’daki serüvenleri genellikle pek bilinmez.
Oysa bu halklar bu coğrafyalarda 1500 yıldan fazla kendi kimlikleri ile yaşamışlar, kentler, devletler, boylar konfederasyonları kurmuşlar ve “Türklerin sahneye çıkmalarından çok önce” bu coğrafyalarda Çin, İran ve Ortadoğu arasında köprü görevi üstlenmişlerdir.
Tarihçiler, MÖ 2500-1500 yılları arasında Orta Asya bozkırlarının, Güney Asya’nın ve Ural Dağlarının doğusunun batıdan, Kuzey Karadeniz’den gelen göçler nedeniyle halklar taşmasına yol açtığını kaydederler.
Bu göçler bilinen Hint-Avrupa (Ari) kökenli halkların Hint-İran kolunun Asya istikametinde yaptıkları göçlerdir.
Bu göçler, Hazar Denizi’nin doğusundan itibaren birbirinden ayrılarak bir kısmı bugünkü İran’a, diğer bir kısmı bugünkü Pakistan ve Kuzey Hindistan’a, bir diğer kısmı da daha da doğu istikametinde ilerleyerek Çin ve Moğolistan sınırlarına kadar yayılmışlardır.
Bir kısım göçerler de Sibirya orman kuşağına yayılmışlardır. Burada konumuz olmayan diğer büyük göç istikametleri ise Kuzey Avrupa (İskandinavya) ve Batı Avrupa’dır (Almanya, Fransa, İtalya, İspanya,Yunanistan, Anadolu…)
Hint-Avrupalı halkların ana yurtları olan Kuzey Karadeniz’den Asya ve Avrupa’ya yayılmaları gerek arkeolojik gerekse karşılaştırmalı dilbilimsel ve mitolojik araştırmalarla kanıtlanmıştır.
Asya istikametinde her yöne dağılan Hint-İran halkları bugünkü İran’a, Aral Gölü’nün güney ve güneydoğu bölgelerine, Afganistan’a, Kuzey Hindistan’a, Çin, Moğol ve Kore sınırlarına kadar, kuzeyde Uralların doğusuna ve Sibirya bozkır kuşağına yayılmışlar…
Kuzey Kazakistan’da Andronovo, Baykal Gölü civarında Afanasiyeva kültürleri Kuzey Karadeniz Yamnaya kültürünün çok açık bir devamıdır.
Bu devamlılıktan biz Hint-İran (Aryan) halkların göç yollarını ve yerleşim alanlarını tespit edebiliyoruz.
(İran’ın ilk adı “Aryanam”dır, “Aryan ülkesi” demektir. Orta Çağ’da “İranşehr”, daha sonra da bugünkü İran adını aldı).
Güney Asya’nın göreli ılıman iklime sahip bölgelerinde yerleşik bir hayat kuran İrani halklar zamanla kendi kent-devletlerini kurmuşlar ve Çin ile İran ve Akdeniz bölgeleri arasındaki ticarette aracılık yaparak zenginleşmişlerdir.
Sogdlar Özbekistan’da, Baktriyanlar Afganistan’da, Sakalar daha güney bölgelerinde ve İran’ın doğu sınırlarında…
Daha doğuda, Çin’in kuzeybatısı ve Moğolistan’ın batısında Çin kayıtlarında Yüe-Çi adıyla bilinen Tokharlar (Hint-İskit olarak da geçer) ve Altay Dağları’nın güney yamaçları ve ovalarında da Çin kayıtlarında Wu-Suen olarak bilinen “beyaz ırktan ve kırmızı sakallı” Alanların ataları konar-göçer ve yer yer yerleşik bir hayat sürmekteler.
Bu halkların İrani bir dil konuştukları, birbirlerini anladıkları ve birbirleriyle akraba topluluklar oldukları Çin kayıtlarına geçmiştir.
Bozkırın doğusunda Çin batısında İran (Pers) vardır. Bozkır halkları yazılı uygarlığa geçemediklerinden kendileri hakkındaki bilgilerimiz ya Çin, Tibet, Pers ve Arap kayıtlarına dayanmaktadır.
Son yüzyılda yapılan arkeolojik kazılar da henüz yeterli düzeyde değildir ve yazılı kaynaklarda verilen bilgileri değiştirecek veriler sunmamışlardır.
Konar-göçer boylar Çin veya İran’a saldırmadıkları sürece yazıya sahip olan bu devletler onlarla ilgili herhangi bir yazılı belge veya kayıt yapmamaktadırlar.
Bununla beraber Seyhun ve Ceyhun nehirlerinin doğusunda, bugünkü Türkistan’da ve Çin’in kuzeyindeki Kansu bölgesinde yaşayan bu göçebeleri Persler Saka, Tokhar, Sogd, Kuşan, Çinliler ise Yüe-Çi ve Wu-Sun olarak adlandırmaktadırlar. Yüe-Çiler Doğu Türkistan’da ve Moğol sınırlarına yakın bölgelerde (Kansu) yaşarken Wu-Sunlar daha kuzeyde yerleşiktirler.
Orta Asya’nın daha güney bölgelerinde yaşayan Hint-İran toplulukları iklim ve toprak daha uygun olduğundan yarı yerleşik topluma dönüşmüşler ve kendi devletlerini kurarak Çin ile İran ve Orta Doğu arasındaki ticarette aracılık yaparak gelişmiş ve hayli zenginleşmişlerdir; Sogdlar, Baktrianlar, Kuşanlar gibi…
MÖ 1000’li yıllardan itibaren gerek nüfusun artması, otlakların yetersizliği ve “otlak paylaşım savaşları” nedeniyle gerekse kuraklık gibi nedenlerle bazı Saka ve Massaget boyları Güney Sibirya ve Güney Aral bölgesinden batı istikametinde göç etmeye başlamışlar ki bunlar daha sonra Yunanlılar tarafından İskitler olarak yazılı kayıtlara geçirilmişlerdir.
Pers İmparatoru Kirus’un MÖ 6. Yüzyılda Aral Gölü’nün güneyinde yaşayan Massagetlere karşı yaptığı istila savaşları da (MÖ 529) bu göçleri tetikleyen bir başka etkendir.
Kuze Kafkasya ve Kuzey Karadeniz bölgesine gelen Saka ve Massaget boyları bölgede önce İskit, ardından Sauromatlar, Sarmatlar, Aorslar, Siraklar, Roksalanlar, Yaslar ve nihayet Alanlar olarak tanınmışlardır.
Açıktır ki İskit, Sarmat ve Alanlar içinde tarihçiler en fazla Alanlara ilgi göstermektedirler.
Alanlar hakkında yapılan araştırmalar hayli fazladır. Bunun nedeni erken Ortaçağ’da Orta Asya, Kuzey Karadeniz, Kuzey Kafkasya ve Avrupa’da olan biten tüm tarihsel olaylarda önemli aktör olmalarındandır.
Antik dünyanın yıkılışı ve bugünkü modern dünyanın kuruluşu erken Ortaçağda başlamıştır ve Alanlar bu yıkılış ve kuruluş süreçlerine doğrudan etki etmişlerdir.
Alan Tuallagov “Alan” adlandırması ile ilgili, tarihçilerin görüş birliği içinde oldukları şu tanımı yapıyor:
“Bilindiği gibi Alan adı ‘Arya’ kelimesinden gelmektedir ve Ari, yani ‘asil, özgür, efendi’ anlamına gelir: Alan<al(y)ana<ary-ana(veya ary-an-am)<arya. Genel olarak Hint-Avrupa dillerinden miras kalmış bu terimin İran dilli halklardaki kullanılış özellikler incelendiğinde her şeyden önce sosyal boyutu ifade ettiği görülmektedir. (…) Arya (Alan) sıfatını taşıma hakkını ancak bölgenin diğer sakinleri önünde sosyo-politik imtiyazlar elde etmek isteyenler sahipleniyordu. Arya (Alan) geniş anlamda toplumun silahlı özgür fertlerini, dar anlamda ise kendi halkını ve başkalarının mallarına el koyarak geçinen askeri eliti ifade ediyordu. İran dünyasında bizzat İran dili konuşan kabileler arasında karşıtlıklar bulunuyordu ve bu yüzden Arya (Alan) sözcüğü dış politikadan çok iç politikaya yönelikti ve kendi halkı üzerindeki hâkimiyeti ifade etmek için kullanılıyordu…” (İskitlerden Erken Alanlara Kuzey Kafkasya, A. Tuallagov, Kafdav Yayınları s.187)
Burada açıkça görüldüğü üzere başlangıçta Alan ya da Arya sıfatı etnik bir topluluğu değil ama bir topluluk içindeki hâkim olan egemen zümreyi tanımlıyor: savaşçı, efendi, hâkim…
Anlaşıldığı kadarıyla bir İrani boy içinde belli bir zümre için Alan tanımlamasının kullanılması “Alanlar” henüz Orta Asya’da iken olmuştur; bu içlerinde Proto Türklerin de bulunduğu Hunların (Çin kayıtlarında Hsieng-Nu) Kuzeybatı Çin ve Güney Moğolistan sınırlarında sahneye çıkması ile eş zamanlıdır. Nitekim yine Tuallagov’a dönersek “Öneğin, MS 25-50 yılları arasında Doğu Aral’daki Yantsay devletinin adının Alanya olarak değiştirilmesi de Alanların etnik kökeninin Orta Asya bölgesi ile baştan beri ilişkisi olduğunu ortaya koyar…” (age. s. 186)
Hunların Moğol ve Çin sınırında ortaya çıkışları (MÖ 3’ncü Yüzyıl) ve Çin’in baskıları ile batıya doğru yayılmaları, Orta Asya’nın egemen güçleri olan İran dilli boyları yerlerinden oynatarak batıya doğru göçe zorlamaları veya onları kendi boyunduruklarına almaları veya onlarla ittifak ilişkisi içine girmeleri konusuna daha sonra geleceğiz.
Şimdilik, “İskitlerin ve Alanların”, Hunlar henüz sahnede yokken, Aral Gölü’nün doğusundan Çin sınırlarına kadar olan bölgede değişik adlarla, Çin kayıtlarında Yüe-Çi, Wu-Suen, Hint ve Pers kayıtlarında Saka, Massaget, Sogd, Tohar vd, ve değişik “konfederasyonlar” içinde göçebe olarak yaşadıklarını, İrani bir dil konuştuklarını belirtelim.
Tarihte İran dilli kavimlerin Güney Sibirya ve Merkezi Asya’dan batı istikametinde göçleri MÖ 10’ncu ve 1’nci yüzyıllar arasına yerleştirilir (Gimbutas).
Alanların batıya göçleri kimi kayıtlara göre Sarmat Konfederasyonu içindeki Aorslarla birlikte anılır (MÖ. 2. yy) Aşağı Volga bölgesinde yerleşiktirler ve Kuban bölgesinde yerleşik Siraklarla aralarında bölge egemenliği için ihtilaf ve savaşlar vardır.
MS.25 yılında yaptıkları savaşı Aorslar kazanır ve Siraklar bu savaştan sonra tarih yazımlarından çıkarlar; Kuban bölgesinde ve Aorsların içinde asimile olurlar.
Aorsların savaşçı elitlerini oluşturan Alanlar bölgeye ve egemen oldukları halklara kendi isimlerini verirler.
Bazı araştırmalara göre Alanların Kuzey Kafkasya’da ortaya çıkmasıyla ilgili en erken kanıtlar Kuban bölgesinde MÖ 2’ci yüzyılın sonları 1’nci yüzyıl başlarına ait olduğu açıklanan anıt mezarlardır.
Bu mezarlar içinde bulunan materyaller ve yapım teknikleri Moğolistan sınırlarındaki Yüe-Çi – Tohar, Yedisu, Sayan-Altay Sakalarına ait gömme kültürü ile büyük benzerlik göstermektedir (A. Tuallagov).
Aynı şekilde Orta Kuban bölgesinde bulunan MS 1’nci yüzyıla ait olduğu açıklanan “Altın Mezarlık” kurganlarının da benzeri nedenlerle Alanlara ait olduğu öne sürülür.
Bu mezarlıklar savaşçı Alan soylularına aittir ve bunların, boy bir bütün olarak bölgeye gelmeden önce, savaşçı öncüler olarak geldikleri ve kendileri ve boyları için yerleşim yeri aradıkları düşünülmektedir.
Aynı zamanda bu mezarların “mimarisi” ve yapım teknikleri Kuzey Çin Moğolistan sınırlarında bulunan Yüe-Ci mezarları ile hemen hemen aynıdır (A. Tuallagov).
Alanlar hakkında yazılı kaynaklardaki kesin bilgiler de tam olarak Doğu Avrupa’ya genelde Orta Asya kökenli bütün bir kültür tabakasının göç ettiği zamanla örtüşüyor. O zamandan kalan Dinyeper, Don, Kuban ve Volga boylarına ait Alan anıtlarının hepsinde Moğolistan ve Çin sınırlarına kadar uzanan doğu arkeolojik kültürünün spesifik özellikleri göze çarpar (age).
Orta Asya göçebelerinin Doğu Avrupa’ya göçlerine defalarca katılmış olmaları, Oset dilindeki Saka, Harzem, Sogd ve Afgan dilleriyle temaslarına dair izlerin ortaya çıkması hakkında dil uzmanlarının gözlemlerine tam açıklık kazandırmaktadır.
Oset Nart destanlarındaki folklorik bağlar ve Alan-Asyer adları araştırmacıları Merkezi Asya bölgesine götürür… (age. s. 196)
Son zamanlarda A.M. Maloletko, Alanların Asya tarihiyle ilgili çok ilginç bilgiler ortaya koymuştur.
Doğu Altay, Şor yurdu (Batı Sibiryada bir Türk boyu), Hakasya ve Tuva bölgelerinde yaygın halde bulunan Alan tip toponimlere (yer adları) dikkat çekilmiştir.
Yerel akarsu adları “su, akarsu” anlamına gelen “dan, don” gibi tipik Oset coğrafi terimleri bulunmaktadır (Çadan ve Aradan Tuva’da: Tondan/Taydon Kemerovo bölgesinde; Toydan Abakan ırmağının bir kolu, Kobadan Teletsk Gölü’ne akan bir kol, Altay’da Saratan ve Astratan; muhtemelen Kemerovo bölgesinde Orton).
Yine aynı bölgelerde Alan sözcüğünün bulunduğu yer adlarına da rastlanmaktadır. Şorların folklorunda Oset Nart Destanları’nda bulunan benzer konular yer alır. Bunlarda kahramanlara Alan (Alın: Alan Kiji) adı verilmektedir. Şor yurdundaki Sagayların dilinde Nartpak (kahramanlık öyküsü) terimi muhafaza edilmiştir. Bu terim Osetçedeki Nart (kahraman) ve Şor dilindeki Pak (övmek, methetmek) sözcüklerinden oluşur. Şorların folkloruna göre Alanlar demir zırhlar içindedir, silahları kılıç, yay ve mızraktan ibarettir. Çok büyük at sürüleri gütmektedirler. Üç ya da yedi basamaklı koridordan gidilen yer altı meskenlerinde oturmaktadırlar. Alanlar ölülerini kayaların içine oyulan mezarlara gömerler ve savaş atını da yanına koyarlar. Narim Hantilerin folklorunda Planlar (Yalanlar) efsanevi kahramanlardır, demirden derileri ve sivri kafaları vardır; belki bu olay trepanasyonu (kafatasının deformasyonu) yansıtmaktadır. Uzun kafalı atlılar, Hantlar tarafından, atlar üzerinde gökten inen ve yine göğe yükselebilen ruhlar olarak kabul edilirdi. Çocuğun “Plan” olabilmesi için, onun kafatasının deformasyona uğramış olması gerekmekteydi (age).
Bu alıntı, Oset Nart Destanlarında görülen Oset folklorunun köklerinin Merkezi Asya’ya kadar uzandığını gösteriyor. Buna örnek olabilecek daha başka benzer veriler de var ancak konuyu uzatmamak için burada keselim.
Kısaca:
Orta Asya tarihi Türklerle başlamamıştır; Türkler Orta Asya tarihinin göreli olarak geç dönem aktörleridir. Türklerden önce en azından bilinen bin yıllık tarihin baş aktörleri ise Hint-İran olarak da tanımlanan Proto İskitler ve Alanlardır.
Alan adı Hint-Avrupa kökenli Arya adının dönüşmüş şeklidir; etnik tanım değil İrani boylar içinde egemen, hâkim, özgür, efendi olan savaşçı bir zümrenin sosyal statüsünü tanımlar.
Ancak, batıya doğru göçle birlikte Kuzey Kafkasya ve Kuzey Karadeniz bölgesinde MS 1’nci yüzyıldan itibaren egemen olan geç Sarmat boyları Alan adı ile anılmaya başlamış ve zamanla bir “Boylar Konfederasyonu”nu tanımlayan genel bir tanım olmuştur.
Arkeolojik bulgular, folklorik veriler (efsaneler), yer adları (toponim) ve özel isimler (Onomastik) “Alanlar”ın İrani bir dil konuştuklarını, Kuzey Kafkasya’da Oset formasyonunu doğrudan etkilediklerini ve anayurtlarının Moğol ve Çin sınırlarından Hazar Denizi’nin doğusuna kadar olan bozkırlar olduğunu gösteriyor.
Yüe-Çi, Whu-Sun, Tohar, Saka, Massaget, Sarmat vd olarak bilinen Merkezi ve Doğu Asya’nın İran dilli kavimlerinin bir bileşenidir Alanlar. Bu kavimlerin Doğu Avrupa’ya göçleri ile birlikte oluşan İskit ve Sarmat boylarını kendi içlerinde asimile etmiş ve onları Alan adıyla anılan gevşek bir konfederasyonda birleştirmişlerdir.
HUNLAR
Hint-İran kavimlerinin Orta Asya ile ilişkilerini kısaca aktardıktan sonra bu kavimlerin genel olarak Türklerle olan ilişkilerine değinelim.
“Türk” adı yazılı kayıtlara “Gök Türk Yazıtları (MS 8. Yüzyıl) ile birlikte geçmiştir.
“Menşei belirsiz olan Asya Hunları, Ch’in Hanedanı’nın (MÖ 221-206) muhtelif Çin devletlerini birleştirerek iç çekişmelere son verdiği MÖ üçüncü yüzyılda ortaya çıkmıştır.
Asya Hunları Çin yazılı kayıtlarında Syung-Nu olarak geçmektedir. Yine tarihçiler Syung-Nu’ların Türk olmadıklarını ancak içlerinde proto-Türkleri de barındırdıklarını öne sürerler.
Syung-Nular bölgenin Çin’den sonra güçlü devleti Yüe-Çi’lerin (Hint-İskit olarak da tanımlanan Tokharlar) vasalları konumundadırlar.
Çin Asya Hunları’nı sınırlarından uzaklaştırmak için savaşır ve MÖ 215’te Teoman (Şan-yu veya Ulu Kağan) liderliğindeki Hunları kuzeye doğru iter.
Teoman, Yüe-Çi sarayına dostluk ve saldırmazlık teminatı olarak oğlu Mao-tun’u (Mete) rehin olarak vermiştir.
Ancak ikinci eşinden oğlunu veliaht olarak ilan etmek niyetindedir; bunun için de Mete’nin ortadan kaldırılması gerekmektedir.
Teoman, Yüe-Çiler öfkelenip Mete’yi öldürürler umuduyla Yüe-Çilere saldırır ancak Mete firar eder ve vatanına döner.
Babası Teoman kendisine cesaretinden dolayı 10 000 (on bin) atlı savaşçı hediye eder. Mete bu savaşçıları çok disiplinli bir şekilde eğitir ve sonunda babasını, üvey anasını, veliaht adayı küçük kardeşini ve kendisinden yana olmayan yüksek görevlileri öldürterek tahta çıkar (MÖ 209).
Mete önce Çin’le anlaşır ve bir Çin prensesi ile evlenerek ve akrabalık tesisi yoluyla barış anlaşması (Hequin anlaşması) imzalanır.
Ardından kuzeyde bulunan Yüe-Çilere saldırır ve onları yapılan bir savaşta yenerek egemenliğine alır (MÖ 176).
Mete aynı yıl, 176 yılında ölünce yerine oğlu Ki-Ok geçti. Ki-Ok da Çinli bir prensesle evlenerek akrabalık bağlarını devam ettirdi ve ayaklanan Yüe-Çilerle savaştı; onları bozguna uğrattı ve krallarının kafatasından kendisine bir içki kupası yaptırdı. Ki-Ok bu savaşta Yüe-Çilerin düşmanı olan Wu-Suenlerin (Alanlar) de yardımını aldı.
Yüe-Çilerin batı istikametinde büyük göçleri başladı ve Aral Gölü’nün güneyine kadar geldiler. Burada İskender’in varisleri olan irili ufaklı Greko-Baktrian devletlerini ortadan kaldırıp bölgeye yerleştiler.
Tarih kayıtlarında bölgeye yerleşen Yüe-Çilerin beş büyük boydan meydan geldikleri ve yeni ülkeyi kendi aralarında paylaştıkları yazar.
Daha sonra bu boylardan biri olan Partlar İran’ı ele geçirecekler ve Sasaniler tarafından iktidarlarına son verilinceye kadar üç asır kadar hüküm süreceklerdir; bir diğer boy da Afganistan, Pakistan ve kuzey Hindistan’da Kuşan devletini kuracaklar ve MS üçüncü yüzyıl ortalarında onlar da Sasaniler tarafından ortadan kaldırılacaktır.
ASYA HUNLARININ DAĞILMASI
Bu arada, Hunlar MÖ 60-50 yılları arasında Çin tarafından bozguna uğratıldı ve Güney ve Kuzey Hunları olarak ikiye ayrıldılar.
Güney Hunları kendilerine Çin pazarına girme ve Kansu bölgesinde Çin sarayına bağımlı otonom bir idare kurma koşuluyla Çin hakimiyetine girdiler.
Çin, Kuzey Hunlarını, kendisine bağlanan Güney Hunlarının da yardımıyla, çekildikleri Kangju bölgesinde yapılan savaşta yenerek onların dağılmalarına ve batıya doğru göçlerine yol açtı.
Bu savaşta Alanlar olarak da tanımlanan Wu-Suenler Çin’in Kuzey Hunlarına karşı savaşta ittifak yapma teklifini reddederek “tarafsız” tavır aldılar. Alanlar Hunlarla birlikte de bu savaşa katılmadılar ve İli nehrini batıya doğru geçerek bölgeye yerleştiler.
Bozgun halinde batı ve kuzey istikametinde dağılan Hunların bir kısmı “Ötüken” diye bilinen Altay dağlarına sığındılar ve bölgenin yükselen gücü Avarların (Çin kayıtlarında Juan-Juan) egemenliği altına girdiler.
GÖK TÜRKLER VE AZLAR (ALANLAR)
Benim şahsi düşüncem odur ki Ergenekon ve klavuz dişi kurt efsaneleri Hunların bu “bozgun ve yokoluş” döneminde ortaya çıktı; ki iki yüz yıldan fazla süren bu sessizlik, bağımlılık ve dağınıklıktan Gök Türkler olarak tekrar sahneye çıktılar ve 6. ve 8. yüzyıllar arasında Orta Asya’nın tek hakimi oldular.
Bu arada İskit, Alan, Part, Kuşan, Saka vd olarak tanımlanan İrani –Aryan- halklar Batı ve Güney Asya’da geçici egemenlikler kurdular, ancak İran’da gelişen ve güçlenen Sasani Hanedanlığı karşısında gerileyerek giderek etkinliklerini yitirdiler; MS 3. yüzyıl.
Sasaniler egemenlikleri altına aldıkları “İskitleri” İran’ın Sistan bölgesine yerleştirdiler.
Ancak Orva Asya İskit ve Alanları yok olmadılar; bir kısmı Gök Türklerle bazen ittifak halinde bazen savaşarak bölgede kaldılar, bir diğer kısmı da Hazar Denizi’nin kuzeyinden geçerek Kuzey Kafkasya’ya ve Güney Rusya bozkırına doğru göç ettiler.
Gök Türk yazıtlarında Alanlar “As Budun” olarak geçer ve anlaşıldığı kadarıyla Hakan ailesinden kız alıp vermekteler (eşit konumda) ve “yıllık vergisini” ödemediğinde de As Budun ve Gök Türkler savaşmaktalar.
“Kül Tegin Yazıtı’na göre VIII. Yüzyılın ilk yarısında Türkler ve Azlar arasındaki ilişkiler her zaman düzenli olmamıştır. Kapağan Kağan’ın son günlerinde aralarında husumet varken Bilge Kağan’ın ilk yıllarında dostluk hakimdir. Düşmanlık döneminden ufak bir not:
“Az Budun yağı oldu kara gölde savaştık. Kül Tegin atlayıp vurdu. Az İlteberi tutuklandı. Az Budun mahfoldu”.
Şimdi de dostluk döneminden bir not:
“Dedemiz, Atamız yerler sular sahipsiz kalmasın diye Az budunu yönetip… Bars Bey(e) “kağan atı” biz verdik, kız kardeşimiz kancığı biz verdik” (Kül Tegin Yazıtı) (Sencer Divitçioğlu, Orta Asya Türk Tarihi Üzerine Altı Çalışma, s.13. İmge Y.)
Bütün bunlar Ötüken Dağı’nda oluyor…
“Taryat Yazıtı’nda Moun Çor kağanlık ilini betimlerken, Ötüken kutsal dağını iki doruk ile belirler. Bunlardan birinin adı Az Öngüz Baş, öbürü Han İduk Baş’tır. Bu belgede nihai yargı konulmuştur: Azlar ayrıcalıklı bir boydur” (age. s 13)
Bütün bunlardan çıkaracağımız sonuç Azların (Alanlar) bir Türk boyu olmadıkları ama onlarla birlikte aynı coğrafyayı paylaşan Aryan kökenli bir boy oldukları, bazen ittifak halinde bazen de birbirleriyle savaştıklarıdır.
Hayri Ata