Hayri Ata
İyileşmeyen Yara 1864
Biz Kafkasya'da henüz "feodalizmi" dahi yasamamışken "Rus sömürgeci kapitalizmi" tarafından yaşadığımız topraklardan koparıldık ve yaban ellerini kendimize "vatan" edindik.
19'ncu yüzyıl başlarında Kuzey Kafkasya halklarının ezici çoğunluğu feodalizm öncesine dayanan kısmen köleci kısmen askeri demokratik toplumlardı. Tarım üretimi yok denecek kadar az, mal ticareti yok, kendi ihtiyacı kadar hayvancılık, avcılık ve esas olarak yağma, talan (akıncılık) ve bu faaliyetlerden elde edilen ganimet gelirlerine ve köle ticaretine dayalı bir "ekonomi"; kabilelerin bir araya gelmesiyle örgütlenmiş gevsek bir "federasyon" tipi idari sistem; bu çerçevede oluşan bir ataerkil ve savaşçı kültür ve son dönemlerde özellikle Rus düşmanlığı amacıyla örtüştüğü için gelişen İslami cemaatlerin artan etkisi. Bu durum Kuzey Kafkas halklarının hem Ruslara karşı yenilgisinin hem de sürgün ya da göçün nedenidir aynı zamanda.
Çarlık Rusya’sı ve Kafkas halkları arasındaki savaşta İngiltere’nin, Osmanlı’nın ve Polonya’nın rolleri ayrı bir tartışma konusu olmakla birlikte, Çarlık Rusya’sı yönetimindeki "sertlik yanlıları”nın savaşın son dönemlerinde inisiyatifi ele geçirmeleri savaşı bir soykırıma dönüştürdü. Savaşta yenilen Kuzey Batı Kafkasya halklarının tüm yerleşim alanları yakılıp yıkıldı ve binlerce sivil halk katledildi. Kafkas halkları ve Çarlık Rusya’sı arasındaki savaş 1859 yılında resmen bitti. Rusya özellikle Batı Kafkas halklarını (Adige) ya Rus Kazakları hakimiyetindeki topraklara koloniler şeklinde dağıtıp zamanla yok olmaya ya da Osmanlı topraklarına "Zorunlu Göç’ten birini seçmeye zorladı.
Osmanlı’nın da yukarıda kısaca bahsedilen kendi içindeki "Milliyetçi" ve "Bağımsızlıkçı" halklarına karşı savaşta "Savaşçı ve Müslüman" taze bir askeri güce olan ihtiyacı açıktı. Osmanlı "ajanları" Kuzey Kafkasya halkları arasında "göçten yana" önemli bir lobi ve propaganda çalışması yaptılar.
Öte yandan Rus yönetimi 1861 yılında "toprak köleliğini resmen yasakladı ve bu yeni durum özellikle Orta (Kabardey - Oset) ve Doğu (Çeçen - İnguş) Kuzey Kafkas "Feodal Beylerinin durumuna darbe vurdu. Onlar bin yıllardan beri hâkimiyetlerini sahip oldukları geniş topraklarda çalıştırdıkları yarı köle yarı serf statüsündeki köylü yığınları sayesinde sürdürüyorlardı. Kaybedilen savaş ve "Toprak köleliğini" yasaklayan yeni yasa "Toprak beyleri”nin (Kuzey Kafkasya aristokrasisi) egemenliğinin meşru temellerini yok eden bir durum çıkarmıştı ortaya.
"Halk Meclisleri" ve "Asiller" Osmanlı’ya göçten yana karar aldılar.
Bagajımızda her şey vardı ama "milliyetçilik" yoktu buralara gelirken.
"Peygamber topraklarına" geliyorduk ve "Din kardeşlerimiz" bizi törenlerle karşılayacak, bize kendi kendimizi yöneteceğimiz "muhtariyet" verilecekti.
Böylece hem Rus mezaliminden kurtulacaktık hem de dinimize ve "Allah’ın gölgesi" Sultan'a hizmet etmek şansına kavuşacaktık. En önemlisi de "Altın şehir" İstanbul’da ipekli elbiselerimiz olacaktı.
Kuzey Batı Kafkasya dağlarının savaştan ve kırımdan kurtulan binlerce yıllık sahipleri dağlardan ovalara, ovalardan da Osmanlı’dan yük getirip götüren gemilerin, teknelerin, takaların demirlediği limanlara aktılar. Yüz kişilik teknelere beş yüz kişi doldurdu Türkler, kişi başı yolculuk fiyatları elliyle yüzle çarpıldı.
Sayıları milyona yakın “Muhacir”in büyük kısmı limanlarda beklerken salgın hastalıklardan, Karadeniz'de batan teknelerde, açlıktan, soğuktan ve hastalıktan yok oldular. Varna, Samsun, Trabzon limanlarına kadar ulaşabilen yüzbinler yine salgın hastalıklardan, sahipsizlikten, ilgisizlikten ve açlıktan öldüler.
Neden sonra Osmanlı bu beklenmedik felakete el attı. "Kalan sağlar bizimdir" diyerek Muhacirlerin Samsun - Hatay hattı arasında, bir "tampon bölge" olacak şekilde Kürt ve Ermenilere karşı; Çanakkale, Balıkesir ve Manisa hattında da Yunanlılara karşı iskânlarını sağlandı.
1876 Balkan savaşı kaybedildi ve Varna limanına çıkan Kafkas muhacirlerine tekrar "Hicret" yolu göründü. Balkan Türkleri Anadolu'ya gelirken Kafkas muhacirleri deniz yoluyla Filistin'e, Suriye'ye ve Ürdün’e doğru yola çıktılar.
Karayoluyla gelen Çeçen, İnguş ve Oset "muhacirler" de Erzurum, Tatvan, Bitlis, Van ve Ağrı gibi Kürt nüfusun yoğun olduğu bölgelerde ikişer üçer köy olacak şekilde "iskan" edildi. Bunların önemli bir kısmı Cumhuriyet’ten sonra Sivas, Yozgat ve Kayseri bölgelerine göç ettiler. Bir kısmı da henüz Osmanlı sayılan Suriye'de Arapların arasına dağıtıldı.
Kısaca biz Osmanlı’da ‘Yeryüzü Cenneti’ni bulacağımızı beklerken kendimizi Balkan halklarının, Ermenilerin, Arapların, Kürtlerin "milliyetçi" ve "bağımsızlıkçı" talepleriyle boğuşan, savaşan bir Osmanlı ile baş başa bulduk.
Kapitalizm ve kapitalizmin ideolojisi olan "Milliyetçilik" bu halkları örgütlemişti ama biz henüz bu ideoloji ile tanışmamıştık.
Önce Osmanlı olduk; dört cephede savaşlara katıldık.
"Efendilerimize" başkaldıran "hainlerle" savaştık Balkanlarda, Arap çöllerinde, Anadolu'da...
Dilini dahi bilmediğimiz bir milletin kurşun askerleri olduk kısaca…
Milliyetçi kalkışmaların panzehri karşımilliyetçiliktir.
Osmanlı, ayaklanan bağımlı eyaletlerin milliyetçi taleplerini bastırmaya çalışırken kendi milliyetçiliğinin de tohumlarını attı.
Bir süre sonra "Etrâk-ı bî idrâk"tan (Anlayışsız, anlak Türkler) başka etrafında kimse kalmadığını görünce Türk milliyetçiliğini beslemeye başladı. İslamcılık (ümmet) ve Türkçülük (millet) karışımı bir "ala turka" milliyetçilik 2'nci Meşrutiyet’le birlikte iktidarı ele geçirdi.
Bazen Panislamizm’i bazen de Pantürkizm’i öne çıkaran bu yeni türden "milliyetçilik" 1'nci Büyük Savaş koşulları ile birleşince ortaya, daha sonraki dönem Avrupa’sında "faşizm" ve "Nazizm" diye tanımlanacak olan sistemlere "ilham veren" bir sistem boy gösterdi.
Okumuş yazmışlarımız ve asker olmuşlarımız bu milliyetçilikten çok etkilendiler ve hemen onun bayrağı altında toplandılar (Rauf Orbay, Refet Bele, Ali Fuat Cebesoy, Bekir Sami Kunduk, Ömer Seyfettin, Cevdet Pasa, Adnan Adıvar...)
"Okumamış yazmamış ve İstanbul’da yaşamayan" Anadolu Çerkesleri de Çerkes Ethem'in etrafında toplandılar ve 1918-20 arasında Anadolu'daki tek silahlı güç oldular, isyan bastırdılar, savaştılar...
Önemli bazı isimler de Türkiye Sosyalist ve Komünist hareketinin kurucuları oldular (M. Suphi, Ethem Nejat...)
Çıkarın yakın dönem Türk tarihinden Kafkas "muhacirlerini" ortada ele avuca gelen kimse kalmaz.
Köprülerin altından çok sular aktı bugüne kadar.
Kafkasya'da kalan yarımız büyük ölçüde Ruslaştı; "Muhacir" olan diğer yarımız da Türkiye’de Türkleşti; Suriye'de, Ürdün’de, Mısır’da Araplaştı; İsrail'de İsrailli oldu.
Her şey olduk su kısa tarihi dönemde ama kendimiz olamadık, vesselam...