TARİH
Avrupa'da Sarmat-Alan İzleri; Kral Arthur ve Şövalyeleri Hakkında -I-
Yazan: Hayri Ata
Avrupa’da erken Orta Çağ’dan itibaren Sarmat ve Alanların izini sürmeye devam edeceğiz.
Sarmatlar ve Alanların 6’ncı yüzyıldan itibaren Avrupa tarih kitaplarında adları geçmiyor. Ondan önceki dönemde ise ya “Barbarlar” ya da “Gotlar” genel tanımları içinde bir tür yok sayıldılar. Oysa gerçekler inatçıdır ve bir gün mutlaka ortaya çıkmak gibi bir huyları vardır.
Biraz “eski tarihler” olacak ama bizim Milattan Önce (M.Ö.) ve Milattan Sonra (M.S.) diye betimlediğimiz tarihler ve olaylar insanlığın tarihsel yolculuğunda “dün” olarak algılanır…
Bu nedenle “bunlar da çok eski ama…” diye itiraz etmeyin peşin olarak. Olabildiğince özetlemeye ve olayları belli bir kronoloji içinde aktarmaya çalışacağım ki daha kolay anlaşılabilsin. Okumayı zorlaştırmamak için dipnot ve kaynak yayın vermeyeceğim; daha fazlasını merak edenler araştırıp değişik kaynak yayınlara kendileri ulaşabilirler.
Kısa bir hatırlatma ile başlayalım. Elinizin altında bir Avrupa ve Asya haritası varsa eğer Rusya’yı Avrupa ve Asya Rusyası olarak kuzeyden güneye doğru ikiye bölen Ural Sıradağları ile Tuna nehri arasındaki bölgeyi, Hazar Denizi’nin kuzeyinden başlayıp Kafkasya’dan geçerek ve Karadeniz’in kuzey sahillerini Tuna nehrine kadar gözlerinizle bir tarayın ve bu uçsuz bucaksız coğrafyaya “İskit-Sarmat-Alan yurdu” diye yazın. Bu bölgede bugün Rusya, Kazakistan, Kuzey Kafkasya, Ukrayna, Polonya, Romanya, Macaristan, Avusturya, Çek ve Slovakya ülkeleri var. Bugünkü Almanya, Hollanda, Danimarka, İsveç gibi kuzey ülkelerinin bulunduğu coğrafyaya da çok sayıda değişik Germen kavimlerini yerleştirin. Bu kavimlere isterseniz toptan Gotlar diyebilirsiniz. Tuna nehrini batıya ve güneye doğru geçelim. İtalya, Fransa, İspanya, Portekiz, İngiltere’nin yarısı, Balkanlar, Yunanistan, Anadolu, Suriye, Filistin, Mısır ve Kuzey Afrika’ya da toptan Roma İmparatorluğu diyelim. Bu ülkelerin Roma İmparatorluğu’na “Eyalet sistemi” ile bağlı olduğunu da ilave edelim. Bu yazıya konu olan tarihsel topluluklar ve olaylar bildiğimiz tarih kitaplarında pek işlenmediği için zaman zaman daha da gerilere gitmek zorunda kalacağız. Bu “geriye gitmeler” tarihin karanlık koridorlarında kaybolmak üzere olan kimi “önemli ve işin esası” olan olguları hatırlatmak için olacak ki bu hatırlatmalar sayesinde bugünle bağ kurabileceğiz.
İskitler, Sarmatlar ve Alanlar Osetlerin – Asetinlerin- uzak atalarıdır. Osetler, Kafkasya’da yerleşik olan Alanların iki bin yıldan beri diğer Kafkas halkları ile birlikte yaşamaktan dolayı geçirdikleri etkileşim, değişim ve dönüşümün sonucu olarak oluşan bir etnik ve ulusal topluluktur.
İskitlerden başlayalım. İskitler Hint-Avrupa Halkları diye bilinen büyük halklar ailesinin önemli bir koludur. İskit dili Hint-Avrupa Halkları ailesinin İrani diller gurubunun Kuzey-Doğu koluna dahildir. İskitlerin etnik, kültürel ve dilsel formasyonları hangi coğrafyada tamamlanmıştır; bu konu bilim dünyasında tartışmalıdır. Ancak Mezopotamya’dan Çin sınırına kadar olan ve “İran Havzası” olarak bilinen coğrafyada ortaya çıkmış olma olasılıkları güçlüdür. Bu etnik ve kültürel kimlik olarak “ortaya çıkma” olgusunu aşağı yukarı günümüzden 5 ila 8 bin yıl kadar geriye götürmemiz gerekmektedir. Biz bu tartışmaları tarihçilere ve antroploglara bırakıp tarihsel kayıtlara geçen İskitlerin Batı’ya göçüne kısaca değinelim.
İskitlerin Ural Sıradağları’nın doğusundan Doğu Avrupa bozkırlarına yayılması ile ilgili üç önemli göç dalgası kaydı var elimizde: Birinci dalga, M.Ö. 1800’lü yıllarda Proto (Ön)-İskitler’in göçü. Bu dönem arkeolojide Ağaç Mezar Kültürü (Timber-Grave Tumuli) dönemi olarak bilinir. İkinci dalga, M.Ö. 1100’lerde olan göç dalgası. Bu dönem İskitlerin göçebeliğe geçiş dönemi olarak da bilinir. Bu dönemde İskitler ölülerini gömdükleri mezarları toprak tümseklerle örtmeye başlarlar (Timber-Lined Tumuli). İkinci dalga İskitler Ukrayna ve Rusya steplerine yerleştiler ve yerli halklarla karıştılar. Önemli bir kesimi Tarımcı İskitleri meydana getirdi. Üçüncü dalga M.Ö.600-550 arası dönemde göç eden İskitlerdir. Bu dönemde değişik İskit boylarından Sakalar Batı Afganistan ve Kuzey-Doğu İran’a; Massagateler Aral Denizi’nin güney doğusuna; Tyssageteler Merkezi Urallar’a Sauromateler ise Karadeniz’in kuzey bölgelerine göç ettiler. Sauromateler Sarmatların atalarıdır.
Herodot (M.Ö. 484-420) yazılı tarihin babası olarak bilinir. Herodot’un “Tarih” adlı dokuz kitaptan oluşan bir eseri vardır ve dördüncü kitap İskitlere ayrılmıştır. İskitler yaklaşık M.Ö. 1500 ve M.Ö. 300 yılları arasında yukarıdaki coğrafyanın tek egemen gücü olmuşlar. Herodot’a göre İskit toplulukları üç temel toplumsal guruptan oluşmaktadır: Kraliyet (Royal) İskitleri, Savaşçı (Warrior) İskitler ve Tarımcı (Agricultural) İskitler. Herodot’un bize anlattığı İskitler büyük olasılıkla Azak Denizi bölgesinde yaşayan yarı yerleşik yarı göçebe İskitlerdir.
Herodot’a göre İskitler şöyle bir “Kuruluş efsanesine” inanmaktadırlar: Kral Targitaos’un üç oğlu vardı: Arpoksais, Lipoksais ve Kolaksais. Bunlar bir gün kırda dolaşırlarken gökten üç nesnenin düştüğünü gördüler. Nesnelere yaklaştılar ve bunların bir altın kupa, bir kılıç (bazı kayıtlarda savaş baltası) ve bir boyunduruk olduğunu fark ettiler. En büyükleri olan Arpoksais bu nesneleri almak için yaklaştı ama nesneler aniden ateş gibi oldular ve genç adam geri çekilmek zorunda kaldı. Ardından ortanca Lipoksais yaklaştı nesnelere; yine aynı şey oldu ve o da geri çekilmek zorunda kaldı. En son olarak en küçük kardeşleri Kolaksais yaklaştı ve hiçbir şey olmamış gibi nesneleri eline aldı. Kardeşler Kral babalarına gidip olayı anlattılar; Kral Yaşlılar Meclisi’ni topladı ve onlar Krallığın Kolaksais’e verilmesi gerektiğini ve gökten düşen bu kutsal nesnelerin koruyuculuğunun da Kolaksais’in görevi ve sorumluluğu olduğuna karar verdiler.
“Kupa” Kraliyet İskitlerini, “Kılıç” Savaşçı İskitleri, “Boyunduruk” ise Tarımcı İskitleri temsil etmektedir. İskitler kendilerinin Kolaksais’in soyundan geldiklerine inanmaktadırlar. Özellikle bu “Kutsal Kupa” ve “Kutsal Kılıç”ı not edin bir kenara. İleride tekrar karşılaşacağız bu “Kutsal emanetler” ve onların “Koruyucuları” ile. Bunlar hem Kral Arthur ve Yuvarlak Masa Şövalyeleri hem de Haçlı Seferleri döneminde ortaya çıkan Tapınak Şövalyeleri ile ilgili hikayelerle doğrudan bağlantılıdır. Ve hatta bir ölçüde Mason Locaları ile...
Yine Herodot’a göre İskit savaşçılar her savaştan sonra kralın huzuruna çıkarlar ve savaş sırasında gösterdikleri kahramanlıkları anlatırlar; eğer düşman savaşçı öldürdülerse ganimetten pay almak için onun kafasını ya da kafa derisini kanıt olarak kralın ayakları dibine atarlar ve ortada bulunan büyükçe bir kazandan kralın izniyle onlara özel kupalarda şarap içerlermiş. Aktifinde herhangi bir “kahramanlık” olmayan savaşçılar ise öylece kenarda utanç içinde seyrederlermiş bu sahneleri. İskitler savaş tanrısı Ares’i de kutsarlar, onun yardım ve koruyuculuğunu elde etmek için ona kurbanlar sunar- genellikle at ve her yüz düşman esirlerinden biri- törenler yaparlardı. Ares oldukça büyük bir odun yığınının tepesine saplanmış büyükçe ve metal bir kılıçla temsil edilirdi.
Bu İskit geleneği Nart Destanlarında da gerçeğe yakın bir şekilde yer almaktadır. Nart yaşlıları bir gün bir yarışma düzenlemeye ve “Nartların en iyisi”ni seçmeye karar verirler. Üç Nart ailesinden biri olan “Ehşertegate” savaşçı ailesinin erkekleri Urıjmeg, Hemits, Batraz ve Soslan da yarışmaya katılırlar ve her yarışmacı Yaşlılar Meclisi önünde kendi meziyetlerini ve kahramanlıklarını anlatır. Yalnız yarışmacının önünde sihirli bir kupa vardır ki onlar buna “Nartamonge” demektedirler. Eğer yarışmacı palavra atıyorsa, gerçekte olmayan kahramanlık hikayeleri uyduruyorsa “kupa” hareketsiz bir şekilde ve olduğu yerde durmaktadır. Yok eğer savaşçının anlattıkları gerçekse ve de yalan söylemiyorsa “sihirli kupa” kendiliğinden şarapla dolmakta ve hiçbir dış müdahale olmadan ve kendiliğinden ayakta duran yarışmacının ağız hizasına kadar yükselmektedir. Bu yarışmaların hepsini Batraz kazanır ve “Nartların en iyisi” ünvanı ona verilir. Bu “Sihirli Kupa” Alegate ailesi tarafından muhafaza edilmektedir.
M.Ö. 300’lü yıllarda doğudan gelen Sarmatlar İskit yurduna “el koyarlar”. Sarmatlar da İskitlerle aynı etnik ve kültürel kökenden gelmekte ve aynı dili konuşmaktadırlar ve İskitleri kendi içlerinde asimile etmekte zorlanmazlar. Önemli Sarmat boyları Aorsiler, Siraklar, İazgiler ve Roksalanlardır. Sarmatlar Roma ile daha çok barışçı bir ilişki içinde oldular; Roma ordusunda paralı askerlik yapanlar olduğu gibi Roma sınır kentleri ile ticari ilişkiler kuranlar da vardır. Zaman zaman savaşırlardı da...
M.S. 100’lü yıllarda bu kez doğudan Alanlar geldiler ve Sarmatları egemenlikleri altına aldılar. Alanlar da İskit-Sarmat büyük ailesinin bir koludur ve aksanları farklı olsa da Sarmatlarla aynı dili konuşmaktadırlar. Alanların doğudan gelen bir topluluk mu yoksa Sarmatların içinden (Aorslar) çıkan savaşçı bir kabileler birliği mi olduğu konu ile ilgili akademik çevrelerde tartışmalıdır. Yaklaşık M.Ö. 50 ve M.S.450 yılları arasında bugünkü Avusturya ve Macaristan toprakları üzerinde Sarmatların önemli bir kolu olan İazgi Krallığı vardı. Bu bölgenin adı o dönemde “Panonia”dır…
İazgiler ve Roma İmparatorluğu arasında M.S. 175 yılında bir savaş olur. İazgiler bu savaşı kaybederler ve savaş tazminatı ve barış koşulu olarak Roma’ya 8500 savaşçı vermeyi kabul ederler. İazgi kralının adı Zanticus’dur. İmparator Marcus Aurelius bu savaşçıların 5500’ini İngiltere’ye gönderir. İngiltere de Roma’nın eyaletidir ancak adanın kuzey yarısı Pikt ve Kaldonyalı yerlilerin kontrolündedir. “Sınır”a M.S. 100 yıllarında İmparator Hadrien tarafından bir duvar örülmüştür ve İazgi savaşçıları bu duvarı Pikt saldırılarına karşı koruyacaklardır. İazgiler Roma ordusu içine entegre olurlar ve yerli halka karışırlar. Çok az bir kısmı yirmi beş yıllık askerlik görevi bitince “Roma vatandaşı” olarak İtalya’ya gider, bir kısmı tekrar anavatan Panonia’ya döner ama çok büyük bir çoğunluk adada kalırlar. 475 yılında Roma İngiltere’den çekilince kalan İazgiler İngiltere’nin kuruluşunda, ekonomik, sosyal ve kültürel hayatta çok önemli roller üstlenirler. Özellikle büyük toprak sahipleri, İskoç aristokrasisi ve “Lordlar” sınıfı büyük ölçüde İazgi kökenliler tarafından oluşturulur. İngiltere’nin mitolojik kurucu kralı “King Arthur ve Şövalyeleri” efsaneleri İazgilerin Asya bozkırlarından getirdikleri ve İskitlere kadar uzanan mitolojik “Nart savaşçılarının” İngiltere’de yerel figür ve motiflerle (daha çok Kelt kaynaklı) beslenerek yeniden üretilmiş formudur. “Kral Arthur ve Yuvarlak Masa Şövalyeleri” konusuna ileriki bölümlerde daha geniş olarak tekrar döneceğiz.
M.S. 300’lü yılların başlarından itibaren İskandinavya bölgesinden güneye doğru, Alan yurduna akın akın Germen kökenli Gotlar gelirler. Gotlar Alan yurdunu doğu ve batı olmak üzere ikiye bölerler. Gotlar ve Alanlar bazen savaşarak çoğu kez de barış içinde bir arada yaşamaya başlarlar. 300’lü yılların ikinci yarısında bu kez doğudan akın akın Hunlar gelir. Hunlar hem sayıca kalabalıktırlar hem de savaşçı yetenekleri Alanlarla eşdeğerdir. Hunlar Alan ve Got kavimlerini batıya doğru sürmekte ve topraklarını işgal etmektedirler. Kimi Sarmat-Alan (Roksalanlar) ve Got (Ostrogotlar) kabileleri de Hunlara iltihak ederler.
M.S.375 yılında Hunların önünden kaçan kalabalık Got ve Alan toplulukları, yaklaşık 200 bin kişilik bir nüfus, Roma ile sınır kabul edilen Tuna nehrini güneye, Balkanlara ve Trakya’ya doğru geçmek için Bizans İmparatoru Valens’ten izin isterler. O dönemde Bizans Alan ve Gotlara Tuna’yı geçmemeleri ve kentlerini yağmalamamaları için her yıl tazminat ödemektedir. Valens bu tazminatı ödememek için bahane aramaktadır ve Alan ve Gotlara bekledikleri izni vermez. Onlar da Tuna’yı izinsiz geçerler ve Balkanları yağmalamaya başlarlar. Valens 40 bin kişilik bir ordu ile Alan ve Gotlara karşı savaşa gider ve bugünkü Edirne yakınlarında çok kanlı bir savaş olur. Valens’in ordusu imha edilir kendisi de öldürülür. Alan ve Gotlar Batı Roma İmparatoru Gratien’le anlaşırlar ve Balkanlara yerleşirler ve kısa bir süre sonra oradan İtalya’ya kadar uzanacaklardır…
Edirne Savaşı (375-78) çoğu tarihçi tarafından Roma İmparatoluğu’nun çöküşünün başlangıcı olarak değerlendirilmektedir.
Panonia’ya yerleşen Hunlar Alan ve Gotları Batıya doğru sıkıştırmakta ve Roma’yı da ciddi bir şekilde tehdit etmektedirler. Bu kez 406 yılı Aralık ayında Belçika sınırından bir başka Alan ve Got kavimleri dalgası Galya’ya (Fransa) girerler. Alan Kralı Goar’ın yönetiminde Galya’ya giren Alanlar ve Gotlar kısa bir süre sonra ikiye ayrılırlar. Kral Goar ve kendine bağlı kabileler Roma ile anlaşma yanlısıyken Kral Respendial ve birlikte hareket ettiği Got kabileleri (Vizigotlar, Sueviler, Vandallar, vd) Roma ile savaşmayı tercih ederler. Bunlar güneye, Toulouse ve Marsilya bölgesine (Aquitaine) inerler. Kral Goar’ın Alanları ise Orleans şehrini işgal eder ve “Başkent” yaparlar ve Loire havzasını ve o dönemde Armorica denen ve daha sonradan Brötonya diye anılacak olan bölgeyi işgal ederek Galya’nın kuzey batısını, denize kadar olan bölgeyi kontrolleri altına alırlar. Ardından Roma ile anlaşma yaparak bir tür “Federe” statüsü elde ederler.