TARİH
Dünden Bugüne Osetler'in Tarihi
Kafkasya’nın en eski halklarından biri olan Oset'ler bu bölgenin tam kalbini oluşturan topraklarda -Ana Kafkas Sıradağı'nın merkez kısmının her iki tarafinda bulunan dağ boğazlarıyla onlara bitişik düzlüklerde yaşamaktadırlar. Terek, Uruh, Liahva, Aragva ve daha nice irili ufaklı nehirlerin doğduğu yerler Oset’lerin ülkesinde bulunmaktadır. Rusya'yı Güney Kafkasya ve Orta Doğu ile bağlayan karayollarının bir ucu Gürcü Askeri Yolu (Daryal Geçidi); Oset Askeri Yolu (Mamison Geçidi); ve nihayet daha yakın dönemde açılan Trans-Kafkasya Anayolu (Ruk Geçidi)- Oset topraklarından geçmektedir.
Tarihi boyunca bütüncül bir etnik-kültürel coğrafya oluşturan Osetya günümüzde yönetsel olarak Rusya Federasyonu'na bağlı Kuzey Osetya ya da yeni adıyla Alanya Cumhuriyeti ve 1990 yılında Gürcistan'dan ayrılarak bağımsızlığını ilan eden Güney Osetya Cumhuriyeti olmak üzere iki kısma bölünmüştür. İki egemen Oset Cumhuriyetinin toplam yüzölçümü on iki bin km kare civarındadır. Oset'lerin toplam nüfusu 600.000’in üzerinde olup, bu nüfusun üçte biri anayurtlarının dışında yasamaktadır.
Diğer Kafkas halklarından farklı olarak Osetler Hint-Avrupa dilsel ve kültürel-tarihsel birliğinin İrani koluna mensupturlar. Oset tarihi ve dili ile ilgili ilk araştırmalar XVIII. yy.'ın sonlarında yapılmaya başlanmış ve Kafkasya'nın tam ortasındaki bölgede kadim Hıristiyanlık geleneğini sürdüren bu Hint-Avrupa halkına ilişkin bu ilk bilgiler romantik Avrupa'yı epeyce etkilemiştir. Geçen yüzyıl için olağandışı görünen bu olgu, birçok Batılı ve Rus bilim insanını Osetlerin tarihi, dili ve folkloru konusunda ciddi araştırmalar yapmaya yöneltmiştir. Bu araştırmaların en önemli yanlarından birisi, bir bilim dalı olarak Osetoloji'nin ortaya çıkması olmuştur. Değerli çalışmalarıyla bu bilimsel branşın temelini atanlar arasında, Julius Klaproth, Andreas Sjogren, Vsevolod Miller, Maksim Kovalevski, Georges Dumesile, Vaso Abayev gibi önemli isimler bulunmaktadır.
Bir halkın kökeninin (atalarının) geldiği yer ile anayurdunun farklı olması artık, o halkın tarihi yazılırken önemli bir sorun oluşturmamaktadır. Eski çağlardan beri Kafkasya’nın etnik-kültürel zemininde kökleşen Osetlerin bugün artık “Kafkasya’nın otokton halklarından biri olmadıkları” olgusu üzerine vurgu yapılmamakta ve Osetler Avrasya'daki bütün halklar arasında mevcut etnik-linguistik ve kültürel-tarihsel bağların, karşılıklı etkileşimlerin organik bir parçası olarak kabul edilmektedirler.
ESKİ KAFKASYALILAR VE HİNT-AVRUPALILAR
Geçen yüzyılın 60'lı yıllarında Osetya'nın dağlık kesimlerinde o zamana kadar bilinmeyen bir Bronz Devri kültürünün izleriyle karşılaşılmıştır. Kuban köyü yakınlarında bir dağ nehrinin eski mezarları aşındırması sonucunda, bu mezarlardan olağanüstü güzellikte eşyalar ortaya çıkarılmıştır. İlk buluşların gerçekleştiği yerin adını taşıyan Kuban kültürü Bronz Devri sanatının zirvelerinden biri olarak kabul edilmektedir. Kuban uygarlığı en parlak dönemini MÖ. 2000’li yılların ortaları ile 1000’li yıllar boyunca yaşamıştır. Kuban kültürüne ait çok sayıda buluntudan özellikle ikisi, en göz alıcı ve önemli örnekleri oluşturmaktadır: Bunlar, Oset dağlarının kuzey yamacındaki Kuban köyü ve güney yamacındaki Tli koyu civarlarında bulunan eski mezarlardır.
Bu bölgelerde ortaya çıkarılan tunçtan eğri baltalar, geniş kemer tokaları, ok ve mızrak uçları, hançerler, bilezik ve kopçalar, insan ve hayvan heykelcikleri sağlamlıkları, itina ile yapılmış süslemeleri ve eksiksiz biçimleriyle oldukça etkileyici görünmektedir. Eşyaların çoğu oyma resimlerle bezenmiştir. Kuban sanatının bu özellikleri daha sonraki Alan dönemi eserlerinde de çok belirgin bir biçimde izlenebilmekte ve aynı geleneğin bugünkü Oset sanatında da devam ettiği görülmektedir.
Eski Kubanlı'lar (Kuban kültürü taşıyıcıları) dağ vadileri ve dağların eteklerine yakın ovalarda yerleşmişlerdi. Ekonomilerinin temelini hayvancılık oluşturuyordu, büyükbaş hayvan ile at yetiştiriciliği yapıyorlardı (Buradan Merkezi Kafkasya'ya özgü mera sisteminin daha Kuban kültürü döneminde ortaya çıkmış olduğunu anlıyoruz.). Hayvancılığın yanı sıra, arpa, buğday ve darı ekimine dayalı tarım faaliyetinde bulunuyorlardı. Ayrıca, çömlekçilik ve dokumacılık gibi zanaatlarda oldukça ustalaşmışlardı.
Kubanlıların etnik ve linguistik kökenleri konusunda henüz kesin bilgilere ulaşılamamıştır. Uzun süre Kafkas dil ailesine mensup bir kavım sayılmışlarsa da, bu görüşü doğrulayacak hiçbir ciddi bilimsel kanıt şimdiye kadar bulunamamıştır. Son yıllarda ileri sürülen Hint-Avrupa kökenli bir kavim oldukları yönündeki iddialar da şu ana kadar inandırıcı kanıtlarla desteklenememiştir. Buradaki önemli olan nokta, etnik kökenleri ne olursa olsun Kubanlıların, Osetlerin İrani atalarının Merkezi Kafkasya'ya gelip yerleştiklerinde burada buldukları ve zamanla asimile ettikleri en eski topluluklardan bir tanesi olmasıdır.
MÖ. 8.yüzyıl sonlarıyla, 7.yüzyılın başlarında doğudan batıya doğru ilerleyen İrani göçebe İskit kavimleri, Kafkasya’nın kuzeyindeki steplere gelip buralara hâkim olmuşlardır. Eski Çağ boyunca buradan Ön Asya'ya doğru yaptıkları seferler, İskit'leri dünya tarihinin ön sahnesine çıkararak, kendi sosyal ve kültürel gelişmeleri üzerinde de önemli bir ivme yaratmıştır. Askeri sefer güzergâhları Kuzey ve Güney Kafkasya üzerinden geçen İskitler, zamanla ana Kafkas Sıradağı’nın her iki tarafını da yerleşmek üzere yurt olarak benimsemişlerdir. İskit klasik kültürünün özgün nitelikleri bu topraklarda biçimlenmiş, Kafkasyalı ve Ön Asyalı diğer kavimlerle girilen ilişkilerin de bu kültür üzerinde etkileri olmuştur.
Yoğun etkileşim ve bütünleşme MÖ. 7.yüzyıldan itibaren başlamış, yerli ahali üzerinde siyasi hakimiyet kuran İskit'lerin ileri gelenleriyle Kubanlı'lar arasındaki ilişkiler giderek artmıştır. İskitler ile Kubanlı'lar arasındaki bu etkileşimin en belirgin kanıtları Osetya'daki Tli mezarlarında gözlenebilmektedir. Öyle anlaşılmaktadır ki, İskitler’in ilk olarak dağlık bölgelere yerleşen küçük asker grupları, yerli kadınlarla evlenerek, onlarla karışmış, sonra da onları diğerleri izlemiştir. Öte yandan İskit-Kuban ortak yaşamının gelişmesinin maddi temeli, İskitler’in, dağlardan maden çıkarma ve işlemeyi bilen bu yerli (Kuban) toplulukların deneyimlerine ihtiyaç duymasıydı. Nitekim arkeolojik veriler de, Kubanlı'ların İskitler’in güneye doğru yaptıkları seferlere katıldıklarını doğrulamaktadır.
Böylece MÖ. 7 ve 6. yüzyıllarda Merkezi Kafkasya ile Kafkasya'nın kuzeyindeki step bölgeleri arasında (başka deyişle Ön Kafkasya'da) sosyo-politik ortaklıklar oluşmaya başlamıştır. Daha sonraki dönemlerde bu ortaklık dilsel ve etnik birliğe dönüşmüştür. Doğudan gelen İrani göçebelerin yeni bir dalgası (Sarmat ve Alan akınları) İskitlerin Kafkasya'da kazandıkları siyasi ve etnik-kültürel konumu daha da güçlendirmiştir. Bu toplulukların sahip oldukları İrani dil, onları Avrasya steplerinin ve eski uygarlıkların büyük dünyasına bağlamış, nüfuzlarını artırmıştır. İskitlerin ve Sarmat/Alan’ların yarattıkları yüksek kültür, sahip oldukları gelişmiş ekonomik ve sosyo-politik sistem, Kubanlı toplulukların giderek İskitler ve Sarmatlar arasında asimile olmalarına yol açmıştır. Bu sentez sürecinin sonucu olarak ortaya çıkan yeni oluşum, bugünkü Oset halkının ataları olarak kabul edilmelidir.
İskitler ve onların akrabaları olan Sarmatlar Eski Çağın İrani halklar ailesine mensuptular. Linguistik sınıflamaya göre İskitler ve Sarmatlar Doğu-İrani alt gruba dahil edilmekte, tarihsel-coğrafi açıdan ise Kuzey-İrani halkların arasında sayılmaktadırlar. Eski İraniler ise dil ve kültür bakımından Hint-Ari kavimlerle çok yakındırlar. İraniler’in ataları önceleri Hint-Avrupa ailesi içinde Hint-İrani (Ari) birliğini meydana getirmekteydiler.
Hint-İrani halkların dini ve mitolojik tasavvurlarının, toplumsal düzenlerinin, adet ve geleneklerinin bir çok ortak yönleri olduğu bilinmektedir. Temel çekirdeği İskit-Sarmat dönemlerinde oluşan Oset Nart destanları da konuları, motifleri ve imgeleri açısından doğrudan benzeşimlerini İran ve Hindistan'ın epik eserlerinde ve kutsal kitaplarında bulmaktadır.
Eski Osetler Yunanlılar, Romalılar, Slavlar, Cermenler ve diğer Hint-Avrupa halklarıyla sıkı kültürel ilişkiler içerisinde olmuşlardır. Ayrıca Fin-Uygur ve Türkik kavimlerle girmiş oldukları kültürel ve dilsel etkileşimin de kanıtları bulunmaktadır. Ancak eski Oset'lerin en yoğun etkileşimi Kafkasya'daki diğer yerli topluluklarla olmuştur. Prof. V. Abayev'in belirttiğine göre, "Eski Çağda Osetler’in Hint-Avrupa ailesine mensup halklar dışında kalan kavimlerle kurduğu kültürel-tarihsel ilişkiler içerisinde en önemli ve derin olanlar Kafkas dünyası ile olanlardır”.
İSKİTLER, SARMATLAR, ALANLAR.
MÖ bininci yılda Güneydoğu Avrupa'nın ve Orta Asya'nın steplerine İrani göçebe halklar olan İskitler, Sarmatlar, Sakalar ve Massagetler yerleşmişlerdi. Bu yekpare kültür dünyası, Batı ile Doğu, Güneyin eski uygarlıkları ile Kuzey Avrupa kavimleri arasındaki birleştirici halkayı oluşturmaktaydı. "İskit toplulukları” olarak bilinen bu halklar söz konusu zaman için yüksek sayılabilecek bir kültür yaratmışlar, bıraktıkları mükemmel "hayvan figürleri” ile özellikle güzel sanatlar alanında ünlenmişlerdir. MÖ. 5.Yüzyıl’da yaşamış ünlü Yunanlı tarihçi Herodot'un gayet ayrıntılı olarak anlattığı üzere Kuzey Kafkasya ve Karadeniz'in kuzeydoğusundaki ovalara, Avrupa İskit'leri yerleşmişlerdi. Bunların çoğunluğu göçebe hayvan yetiştiricileriydi, ancak bazı kabileler tarımla da uğraşmaktaydı. Göçebe İskitleri anlatırken Herodot "ne kentlerinin, ne de istihkamlarının olduğunu, evlerini ise beraberlerinde taşıdıklarını" yazmaktadır. Nitekim göçler sırasında İskit kadın ve çocuklarının arabalara yerleştirilmiş çadırlarda, erkeklerin de at üzerinde hareket ettikleri bilinmektedir.
İskitlerin gösterdiği yükselme, demir işleme teknolojisini öğrenmeleri ve göçebe hayvancılığını geliştirmelerine bağlıydı. Çünkü demir madeninin kullanılması tarım, zanaat ve savaş sanatında bir devrim gerçekleştirmiştir. Çobanlığın yerini alan göçebe hayvancılık ise sürülerin hızla büyümesine ve uçsuz bucaksız steplerin otlaklara çevrilmesine neden olmuştur. İskitlerin başlıca servetini, kuşkusuz, yılkı oluşturmaktaydı. Yaptıkları büyükbaş hayvancılığın da ekonomik açıdan önemi vardı. Ancak, at mülkiyeti İskitler’de kişinin sosyal onuru ve ekonomik bağımsızlığını bir ölçütü olarak kabul edilmekteydi. Atı üzerinde savaşa katılmak bir İskit için son derece onurlu ve profesyonel bir işti. Tipik bir İskit savaşçısı, mızrak ve 'akinak' denilen kısa bir kılıçla donanmış olan atlı okçudur. Yaşadıkları dönemde yenilmez sayılan İskit süvarisi düşmana aniden hücum etme yeteneğiyle ünlenmiştir.
MÖ. 6. yy.da İskitya'da "on devlet" adıyla bir oluşum ortaya çıkmıştır. Antik yazarların İskit Krallığı olarak tarif ettikleri bu siyasi oluşum, her birinin başında ayrı bir kral bulunan üç bölümden meydana gelmekte ve krallardan bir tanesi aynı zamanda bütün İskitya'nın kralı sayılmaktaydı. Her bir krallık bölgesi de yerel hükümdarların yönettiği bucaklara ayrılmaktaydı. Bu hükümdarlar birleşik İskit ordusu içindeki bucak kuvvetlerine komutanlık etmekteydiler. Öte yandan, krallar üzerinde de etkisi olan 'halk meclisi' askeri-demokratik geleneği de sürdürülmekteydi.
İskitya'nın bu coğrafi ve politik örgütlenmesi, bütün Hint-İrani topluluklarda görülen ve temelinde evrenin üç bölümden meydana gelmiş olduğu yolundaki mitolojik-dinsel tasavvur yatan, üçlü sosyal şemaya dayandırılmıştır. Herodot tarihinde İskitlerin kökeni konusunda anlatılan efsane, İskitlerin ilk atası olan Targitay'ın aslını tanrılara bağlamaktadır. Targitay'ın üç oğlu Lipoksay, Kolaksay ve Arpoksay, Ari'lerin üç sosyal işlevini -din, savaş ve üretim - temsil etmektedirler. Buna uygun olarak Targitay'ın oğullarının neslinden gelen İskit toplumu üç 'uruk'tan, ülkesi ise üç 'krallık'tan kuruludur. Bu üçlü bölünme Oset Nart destanlarında da aynen korunmuştur. Nart'ların üç sülalesi Alagatiler, Axsartagkatiler ve Boratiler Nart ülkesini üç kısma ayırmakta ve üç işlevli Ari şemasına göre kurulmuş olan bir toplumu oluşturmaktadırlar. Osetlerin sosyo-politik uygulamalarında bu eski üç öğeli yapının izleri 19.yüzyıla kadar ulaşmıştır.
Bu arada tarih bazı İskit krallarının adlarını günümüze şöyle aktarmaktadır: Yarı-efsanevi Ariant, İran kralı Darius'u yenen İdantirs, İskit adetlerine ihaneti yüzünden idam edilen Skil, ayrıca Spargapif, Lik, Gnur, Argot, Ariapif, Oktamasad. İskitler, M.Ö.4.yy.'da yaşamış Atey adındaki kralın yönetimi altında güçlerinin zirvesine erişmişlerdir. Ancak MÖ. 3. yy.da İskitya artık bu gücünü yitirmeye başlayacaktır. İskitlerin zayıflamasının ardından, Ön Kafkasya ovalarında Güney Ural ve Aral steplerinden göç eden Sarmatlar egemenlik kurmaya başlamıştır.
MÖ. 2 ve 1. yy.'larda İskitya adı yerini Sarmatya'ya bırakmıştır. İskitlerle birlikte, Saka ve Massaget boylarının bir kısmı da güçlenen Sarmat kabile birliklerine katılmışlardır. Sarmatlar da göçebe bir halktı, ancak sosyo-politik yapıları İskit'lerinkinden geriydi. Sarmatların toplumsal düzeni tipik 'askeri demokrasi' özellikleri göstermekteydi. En önemli özelliği ise kadınların, erkeklerle birlikte savaşa katılabilecek derecede yüksek bir toplumsal konuma sahip olmasıydı. Kuban ve Terek nehirleri boylarında yasayan Sarmatlar’ın bir bölümü zamanla yerleşik yaşam tarzına geçmiştir. Sarmat'lar Asya ve Avrupa'yı birbirine bağlayan önemli ticari yollarını denetimleri altında tutmaktaydılar. Bunlardan biri 'Sarmat Yolu' olarak bilinmekte ve Terek ve Aragva vadileri ile Daryal geçidi üzerinden Kuzey Kafkasya'dan Ön Asya'ya doğru gitmekteydi.
MS. 1. yy.da Güneydoğu Avrupa ve Orta Asya Sarmatlar’ı, Alan adı altında birleşmişlerdir. (“Alan' kelimesi, Hint-İrani halkların eski ortak öz adı 'arya'/ 'aryana'nın dil kurallarına uygun olarak gelişmiş Osetce telaffuz biçimidir). Adlandırmanın yenilenmesi eski İskit-Sarmat toplulukların siyasi tarihindeki yeni bir aşamaya işaret etmektedir. Alan döneminin ayırıcı niteliğini ekonomide yarı-göçebeliğe geçiş oluşturmaktadır. Hayvan yetiştiricilerinin eski mevsimlik oba yerleri, Alanlar döneminde sürülmüş tarlalardan oluşan sabit yerleşimlere dönüşmüştür. Aşağı Don boyunda ve Kuzey Kafkasya yaşayan Alanlar tamamen yerleşik yaşama geçmişler ve ilk korunaklı (müstahkem) Alan kentlerini kurmuşlardır.
Alanlar da savaşçı özellikleriyle bilinmektedirler. Öyle ki, 4. yy.da yaşamış Romalı tarihçi Ammianus Marcellinus "Alanların tehlikeli seferlerden ve savaşlardan adeta zevk aldıklarını" yazmaktadır. Alanlar özellikle güneye (Güney Kafkasya ve Ön Asya'ya) ve batıya (Roma İmparatorluğunun sınırlarına) doğru yaptıkları akınlarla ünlenmiştir. Antik yazarlar Alan ücretli askerlerinin eski dünyada büyük rağbet gördüğünü ve bu askerlerin başka toplulukların savaşlarına gönüllü olarak katıldıklarını belirtmektedirler.
Antik çağın bu kahramanlık dönemlerinin dünya görüşünün özgün nitelikleri ve İskit-Sarmat-Alanların yaşam biçimlerine ilişkin etnoğrafik detaylar Oset Nart destanlarında itinayla korunmuştur. Eski Çağ yazarları tarafından tarif edilen İskit ve Sarmat-Alan dinsel törenlerinin birçoğu da günümüz Osetlerinin ayin ve ibadet pratiklerinde devam etmektedir.
BATIDA ALANLAR
4.Yüzyıl'da başlayan Büyük Kavimler Göçü sırasında Alanlar Hun istilasına uğrayan ilk Avrupa halkı olmuşlardır. Hunlarla giriştikleri savaş Alanların yenilgisiyle sonuçlanmıştır. 372 yılında Alanların bir kısmı batıya Roma İmparatorluğunun sınırlarına ilerlemekte olan Hunlara katılmıştır. 9 Ağustos 378'de Edirne civarlarında Roma ordusuna karşı kazanılan zaferde Alan süvarisi belirleyici bir rol oynamıştır. Bu yenilgiden sonra Roma bir daha kendini toparlayamayacaktır. Kısa bir süre sonra ise Alanlar Hun ittifakından çıkıp, 406 yılında Germen boyları olan Vandal ve Suevlerle birlikte Galya'yı istila etmişlerdir. Burada Alanlar ikiye ayrılmışlardır. Başlarında Goar'ın bulunduğu bir grup Roma’nın hizmetine girmiştir. Zayıflamakta olan İmparatorluk, bu grup Alanlar’a İmparatorluk çıkarlarını maaş ve toprak karşılığı savunmak üzere federal bir statü tanımıştır. Roma İmparatorluğu ile ittifak yapan Alanlar, bugünkü Fransa, Belçika topraklarıyla, İtalya'nın kuzeyine yerleşmişlerdir. Smbid, Eoxar, Beorgor, Sangiban Alanlar’ın adları tarihe geçmiş krallarıdır. Sangiban'ın krallığı döneminde Alanlar, 15 Haziran 451'de yapılan ve Roma İmparatorluğunun Hun'ları durdurmayı başardığı son büyük askeri zaferde -Campi Catalaunici (Katalaun Ovası) savaşında- büyük ün kazanmışlardır.
Alanlar’ın başında kral Respendial'in bulunduğu diğer kolu, Roma İmparatorluğu ile düşmanlığını sürdürüp, Vandallar ile ittifak yapmıştır. 409 yılında Franklar’ın saldırıları karşısında Vandallar ile Alanlar Galya'dan bugünkü İspanya topraklarına göçmüş ve İberik Yarımadası'nın önemli bir bölümünü ellerine geçirmişlerdir. Alanlar’ın Lusitanya ve Kartagena, Vandallar’ın ise Doğu Galisya ve Betika üzerindeki egemenliklerini yapılan bir anlaşma ile Roma İmparatorluğu da tanımak durumunda kalmıştır. Ancak çok geçmeden Roma, Vandallar ve Alanlar ile başedebilmek için bir müttefik bulmuştur. 416 yılında İspanya'yı, Roma'ya dost olan Germen kabilelerinden bir tanesi, Batı-Gothlar’ı ele geçirmiştir. Alanlar ile Batı-Gothlar’ı arasında uzun süren savaşlar olmuş, sonunda kralları Addak'ın 418'de savaşta ölmesiyle Alanlar egemenliği Vandal kralına devretmek zorunda kalmışlardır.
Dağlık yörelerde dağınık gruplar halinde yaşayan Osetler ‘yurttaş toplulukları’ şeklinde örgütlenerek, geleneksel sosyo-politik birliklerini yeni koşullar içerisinde tekrarlamışlardır. Oset yurttaş toplulukları eski Hint-İrani toplumsal kuruluşunun biraz değiştirilmiş bir şekliydi. Bu toplulukların üyeleri, her biri toprağın ayrı kısmına sahip üç klandan (boydan) oluşuyordu. Topluluğun birliğinin ideolojik kanıtını, söz konusu üç klanın (yani bütün yurttaşların) aslının ortak atadan geldiği yolundaki epik efsane sağlamaktaydı. Böylece Hint-İrani’lere özgü toplumsal ayırımın üç öğeli şeması canlandırılmış olmaktaydı. Yurttaşlar topluluğunun mükemmel örneğini Ari üç işlevciliğinin gelenek ve uygulamalarını XIX. yy.’ın ortalarına kadar koruyabilen Alagir Toplumu oluşturmaktaydı. Alagir Toplumu’nun toprakları üç kısımdan kuruluydu ve Kuşagonti’ler, Tsarazonti’ler ve Sidamonti’ler olmak üzere üç klandan oluşuyordu. Efsaneye göre, daha sonraları Osetya’nın dört bir tarafına yayılan Alagir Toplumunun bu eski klanları Osetlerin atası sayılan Os-Bagatar’ın neslinden gelmekte ve onun üç oğlunun (Kusagon, Tsarazon ve Sidamon) adlarını taşımaktaydı. Üç klanın işlevsel uzmanlaşması dini Kuşagonti’lere, savaşı Tsarazonti’lere, üretimi ise Sidamonti’lere bırakıyordu. Osetya’daki yurttaş toplulukları işgal ettikleri toprakların büyüklüğü ve nüfusları açısından farklılıklar göstermekteydiler. Efsanevi atalarının adları da farklıydı (örneğin, Kurtat Toplumu’nda Kurta ile üç oğlu, Dargavs’ta Kambi ile üç oğlu vs.). Fakat bütün toplulukların örgütlenme biçimleri aynıydı. Topluluğun varlığının temelini toprak oluşturuyordu. Bütün yurttaş topluluğu üyeleri bu toprakların ortak sahibi sayılmakla birlikte, fiilen toprak sahipliği üç klandan birine mensup ayrı bir köy (komşular topluluğu) ya da bu köyde oturan sülaleler (‘mıggag’lar) tarafından gerçekleştirilmekteydi. Her hane sahibinin tam haklara sahip bir yurttaş sıfatıyla belirli bir arazi parçası üzerine hakkı bulunmaktaydı. Toprak hakları ile sosyal ve politik bağların koparılmaz birliği sıradan bir yurttaşın üye olduğu değişik ortaklıklar hiyerarşisi içinde sağlanıyordu. Bu hiyerarşi: aile - sülale (‘mıgkag’) - köy - klan - yurttaş topluluğu dizisi olarak gerçekleşmekteydi. Yurttaşlara ‘Wazdan’ denilmekteydi. Bu kelime günümüz Osetçe’sinde ‘soylu, asil’ anlamına gelmekteyse de, başlangıçtaki kullanımı itibariyle bu terim, sadece ortak ilk atanın neslinden olmanın verdiği soyluluğu anlatmaktaydı. Osetya’nın bazı yerlerinde bu sözcük yakın dönemlere kadar bir tür hitap biçimi olarak kullanılmıştır. Babadan oğula intikal eden ‘Wazdan’lık unvanına (başka deyişle yurttaşlığa) sahip olabilmek için ortak ilk atanın neslinden gelmek, belirli bir (mevrus) arazi parçasının sahibi olmak ve topluluğun diğer üyeleriyle eşit olmak gerekliydi.
Yurttaş topluluğunun politik kuruluşunun temeli ‘Nıhas’ denilen ve çok kademeli bir yapıya sahip halk meclisiydi. En üst kademedeki yüksek ‘Nıhas’; yerel özyönetimin temsili örgütlerinin bölgesel sistemini oluşturan mahalle, sülale, köy ve klan ‘Nıhas’larına dayanmaktaydı. Yerel ‘Nıhas’ların daha üst kademedeki halk meclislerine delegeler göndermeleri yoluyla, yüksek ‘Nıhas’ta açık demokratik seçimlerle belirlenmiş sorumlu halk temsilcileri toplanırlardı. Yurttaş topluluğunun halk meclisinin yasallığı, her üç klanın yetkili delege gruplarının hazır bulunup bulunmamalarına bağlıydı. Aynı ilke gönüllü milis kuvvetlerinin oluşturulması ve arabulucu mahkemelerin üyelerinin seçimi sırasında da gözetilmekteydi. Yurttaş topluluğunun ekonomik esasını komşu toplulukları (köyler) halinde örgütlenmiş eşit haklı yurttaşların (‘wazdan’ların) küçük çiftlikleri oluşturmaktaydı. Bazı monolokal/tek birimli yurttaş toplulukları zamanla büyük ticari-ekonomik merkezlere dönüşerek ‘on kent’ niteliği kazanmışlardır (örneğin, Fiyagdon kıyısındaki Tsimiti Koyu, Iraf kıyısındaki Donifars, Gızeldon kıyısındaki Dargavs vb.). Geleneksel toplumsal örgütlenme biçimlerinin bu çok eski şekillerini, değişen koşullara uyarlayan Oset yurttaş toplulukları, sahip oldukları manevi değerleri güncelleştirip, geleneksel kültürel özellikleri korumayı sağlayabilecek bir toplumsal alan yaratmayı başarmıştır. Özlerini korumak için geliştirdikleri bu sosyo-kültürel muhafazakarlıkla etnik birliklerinin temellerini koruyabilmiş, aynı zamanda Oset dilinde ve folklorunda (sözlü edebiyatında) en kadim Hint-İrani (ve daha geniş olarak Hint-Avrupa) atalarının zihniyet yapılarını saklayabilmişlerdir. Bunun tipik örneği XIX. yy.’ın ikinci yarısında ve XX. yy.’ın birinci yarısında yazıya çevrilen yukarıda değindiğimiz Nart efsanelerindeki üç işlevli ideolojidir.
OSET DAĞ TOPLUMLARININ ORTAYA ÇIKIŞI
XVI-XVII. yy.’larda, genellikle bir büyük dağ boğazının ya da yüksek olmayan geçitlerle ayrılmış birkaç vadinin doğal sınırları içinde Oset dağ toplumları meydana gelmiştir. Kuzey Osetya’daki dağ toplumları Alagir, Kurtat, Tagaur ve Digora’ydı; Çok yüksek rakımlı merkezi/orta Osetya’dakiler, Tualgom, Urs-Tualta ve Tursugom; güney Osetya’dakiler ise, Kudar, Dzaw, Ksan ve Kud toplumlarıydı. Her dağ toplumu, ya bağımsız bir yurttaş topluluğundan ya da askeri ve politik amaçlarla ittifak kurmuş birkaç yurttaş topluluğundan oluşmaktaydı. Doğal şartların, askeri-stratejik konumun ve siyasi bağların farklılığı Osetya’nın değişik kısımlarının farklı biçimlerde gelişmesine ve farklı bölgesel özelliklerin oluşmasına yol açmıştır. Dağ Osetya’sı feodalizmin gelişmesinin iki modeline tanık olmuştur. Nispeten “saf” şekliyle bu modellerden biri kuzey Osetya’nın doğusunda (Alagir, Kurtat ve Tağaur toplumlarında), diğeri ise batısında (Digora’da) mevcuttu.
Doğu’daki feodal düzen modeli, komşular topluluğunun çözülmesi sonucunda ortaya çıkmış ve feodal ilişkilerin gelişmesinin temelinin özgür topluluk üyelerinin ekonomik yönden bağımlı ve başkalarının topraklarını icar geçici olarak kiralayan çiftçilere dönmeleri teşkil etmektedir. Bu modelin ayırıcı nitelikleri bağımlı köylünün kendi toprağının olmayışı, toprak sahibine rant ödemekle yükümlü kiracının tam bir kişisel özgürlüğe sahip olması ve mevrus toprak parçalarına sahip bağımsız köylüler sınıfının sayıca çok olmasıdır. Batı’da ise komşular topluluğu önemini feodal ilişkiler sisteminde de korumaktaydı. Doğu Osetya’da feodallerin ve kiracı köylülerin sülalelerinin kökeni aynıydı ve çözülmüş komşu topluluklarına dayanıyordu. Digora’ya asiller/toprak sahipleri dışarıdan gelmişti ve buradaki yurttaş topluluğunu hakimiyeti altına alarak, mevcut topluluk yapısını korumuştu. Osetya’nn Batı’sında uygulanan modelin önemli özellikleri şunlardı: Bağımlı topluluk üyeleri sürülecek ve biçilecek tarla ve çayırlara sahip olabiliyorlardı, ancak başlıca rant kaynağını oluşturan otlaklar sadece soyluların elindeydi. Ekonomik bağımlılık beraberinde kişisel bağımlılığı getirmekte, böylece köylüler belirli bir feodal/soylu aileye mevrus biçimde bağlanmaktaydı. Merkezi ve Güney Osetya’ya gelince, burada Oset feodalizminin her iki modeli de mevcuttu. Güney’deki bazı çevre toplumlarının farklılığı ise, en üst soylu kesimin Gürcüstan’ı siyasi yaşamında aktif rol oynamasıydı. Bu soylular sınıfı zamanla tamamen Gürcüleştiler. Oset feodal düzeninin klasik örneğini Tagaur Toplumu göstermekteydi. Tagaurlar Genaldon ve Gizeldon nehirlerinin vadilerini ve Terek nehrinin Daryal Geçidi’ndeki sol taraflarına yerleşmişlerdi. Tagaur Toplumu’nun çekirdeğini 11 soylu sülaleye ait topraklar oluşturmaktaydı. Bu sülalelerin çoğunluğu Dargavs köyü kökenliydi. Toprağı gasp ederek ve eşitleri olan yurttaşlarını hakimiyetleri altına alarak ‘wazdan’lık ünvanını tekellerine almışlardı. XVIII-XIX. yy.da Tagaurlarıda ‘wazdan’ artık üst sınıfa ait bir sıfat haline gelmişti. Feodal sistemde yalnız soylular, ‘wazdan’lık ölçütlerine (yani köken - toprak sahipliği - tam hak sahibi olmak üçlüsüne) sahiplerdi. Dargavs’ta Aldattatiler, Mamsuratiler ve Txostatiler olmak üzere üç ‘wazdan’ sülalesi kalmaktaydı. Esenatiler, Kanukwatiler, Kunduxatiler, Tuganatiler, Tulattatiler ve Sanatiler yeni köyleri kurarak oraya taşınmışlardı. İki ‘wazdan’ sülalesi de - Cantiatiler ve Dudaratiler - Tagaurlara kendi köylüleri ile birlikte dışarıdan katılmışlardı.
‘Wazdan’ların mülkiyetindeki bu merkezi topraklara 6 küçük bağımsız topluluk komşu oluyordu. Bu çevre toplulukların en güçlü sülaleleri, Tagaur nüfusunun ikinci derecede soylu (‘wazdan’) sayılan zümresini oluşturuyordu. Tagaur toplumu böylelikle dört sınıfa ayrılmaktaydı: Üst kesim ‘wazdan’lardan ibaretti. Sayıca en kalabalık olan ‘farsagleg’lar (tam çeviriyle “yandaki adamlar”) kesimi çevre/periferik toplulukların bütün eşit haklı üyeleriyle ‘wazdan’ların köylerindeki bağımlı toprak kiracılarını kapsamaktaydı. ‘Kavdasard’lar (“yemlikte doğanlar”) asillerin alt sınıflardan kadınlarla yaptıkları ‘ikinci’, tam haklı olmayan evliliklerden doğan çocukları ve bunların aileleriydi. Sosyal sınıflamanın en alt kademesinde bulunan az sayıdaki ‘kusağ’lar (köleler) ise bütün toplumsal haklardan yoksun olup efendilerinin tam malı sayılmaktaydılar.
Her kiracı köylü (‘farsaglag’ veya ‘kavdasard’) ailesi toprak sahibine her yıl bir koyun, bir kuzu, bir araba yükü kuru ot, üretilen tereyağı ve peynirin bir bölümünü ve bazı feodallere de ürettikleri buğdayın bir kısmını verirlerdi. Her köylü yılda üç gün efendisinin tarlasında çalışırdı. ‘Wazdan’ın çağrısı olduğunda ‘farsaglag’ları ve ‘kavdasard’ları onun arkasından akınlara ya da gümrük nöbetlerine çıkarlardı. Daryal Geçidi üzerindeki denetim ‘wazdan’lara büyük bir gelir sağlamakta ve Tağaurları geniş bir siyasi ve ticari ilişkiler ağı içerisine sokmaktaydı.
Değişik Oset toplumlarının yerel özellikleri daha önce, Alan Devleti döneminde oluşturulmuş olan geleneksel birlik bilincini yok edememiştir. Nitekim Oset dağ topluluklarının komşularının da Osetya’yı tek bir ülke olarak kabul ettikleri bilinmektedir. Oset toplumları iç işlerinde bağımsız davranırlarken, askeri ve dış ilişkilerinde diğer Oset toplumlarıyla birlikte davranmayı tercih etmişlerdir. Başka deyişle, XV-XVIII yy.lar Osetya’sı konfederatif esaslara göre birleşen, özerk bölgelerden oluşmaktadır. Bütün milletin kaderini etkileyebilecek özel durumlarda, konfederasyon adına karar almak üzere genel Osetya ‘Nıhas’ı toplantıya çağrılmaktadır. Bu tür halk meclisinin son örneği Osetya tarihinde büyük rol oynayan ve Rusya’ya gönderilecek elçiliğin kadrosunu atamak üzere toplanan 1749 ‘Nıhas’ı olmuştur.
OSET DAĞ TOPLULUKLARININ OVALARA DÖNÜŞLERİ
XVIII. yy.ın ilk yarısında Osetya derin bir krizin eşiğine gelmiş bulunmaktaydı. Ekonomik olarak, işlenebilecek toprakların sınırlarına varılmış, nüfus fazlalığı nedeniyle ekilebilecek yeni topraklara ihtiyaç doğmuştu. Feodalizmin bu aşamasında üretim temelinin genişletilmesi ve politik sistemin yeni ihtiyaçlara uygun olarak yeniden düzenlenmesi gerekiyordu. Toprak açısından sınırlara varmış olunması ve eşitsiz sosyo-ekonomik gelişme sonucunda komşu Oset toplumları arasında ihtilaflar baş göstermişti. Sıkışılmış bu coğrafyadan kurtulmanın bir yolu Kabardey veya Gürcü prenslerinin tabiiyetine girerek, dağlardan ovaya dönüş olabilirdi. Ancak bu tür bir “sömürgeleşme” Oset soyluları için egemenliklerinin sınırlanması, köylüler için ise yükümlülüklerinin katlanması anlamına gelecekti. Buna karşılık, yeni edinilebilecek süzerenler ne belirli bir sosyal güvenceyi, ne siyasi istikrarı, ne de etkili bir askeri himayeyi teklif edecek durumdaydılar. Ayrıca Kabardeyler’i dışarıdan körüklenen prensler-arası çekişmeler kemirmekteyken, bir dizi krallığa/prensliğe bölünmüş olan Gürcüstan kendini bile savunmaktan aciz durumdaydı. Yine de güçlü Kabardey ve Gürcü prenslikleri, sınırlarındaki Oset toplumlarını askeri kuvvet veya ekonomik baskıyla egemenlikleri altına almaya çalışıyorlardı.
Bu ortamda Osetya’nın çıkarları Rusya’nın dış siyasi planlarına uygun düşmekteydi. Kafkas meselesi Rusya İmparatorluğu’nun doğu politikasının merkezini oluşturmaktaydı. Kafkasya’ya ilerlemek suretiyle Rusya Karadeniz’e çıkışını kolaylaştırmayı, güney sınırlarını sağlamlaştırmayı ve Orta Doğu’daki başlıca rakiplerini Osmanlı İmparatorluğu ile İran’ı sıkıştırmayı tasarlamaktaydı. Osetya’nın Kafkasya’nın tam ortasında, stratejik erişim yollarının kesiştiği bölgedeki coğrafi konumu XV-XVII. yy.larda Oset halkının kurtuluşu ve yaşayabilmesi için bir avantaj oluşturuyorken, XVIII. yy.dan itibaren aynı coğrafi konum, değişen koşullar nedeniyle bir dezavantaja dönüşmüştür. Aslında Oset ulusu stratejik olarak önemli bir coğrafyada yaşamanın bedelini bugüne kadar ödemeye devam etmiştir. Rus yönetiminin XVIII. yy.dan beri Osetlere karşı duyduğu ilginin niteliğini, Çarlığın Kafkasya genel valilerinden birisinin daha sonraki dönemde söylediği şu sözler çok iyi anlatmaktadır: “Osetya’da sağlam hakimiyetimiz Kafkas dağlarının çok daha büyük bir bölümünde üstünlüğümüzü pekiştirecektir.”
Osetler ise Rusya’ya, Oset toplumları arasındaki gerginleşen ilişkileri düzeltebilecek ve hem kuzeyde, hem de güneyde onları dış saldırılardan koruyabilecek bir organize devlet gücü gözüyle bakmışlardır. Nitekim, Osetler Rusya’nın yardımıyla Kuzey Kafkas Ovası’na dönmeyi ummaktaydılar. Rusya ile girdikleri ticari ilişkiler de, onlara Rusya’ya güvenebileceklerini göstermişti. 1749 yılında Oset toplumları Rusya’ya katılma konusunda ortak karar almışlardır. Rusya ile diplomatik ilişkiler kuran Osetya üç yıl boyunca Petersburg’da seçkin siyaset adamı Zurab Magkati’nin başkanlığındaki bir elçi tarafından temsil edilmiştir. Ne var ki katılmayla ilgili işlemler ertelenmiş, ancak 1774 yılında, Osmanlı-Rus savaşının sona ermesinden sonra imzalanan Küçük Kaynarca Antlaşması’nın Rusya’ya Kuzey Kafkasya’da istediği hareket serbestisini tanımasından sonra yapılmıştır. 1774’ten sonra Oset-Rus ilişkilerinde yeni bir dönem başlamıştır. Tarafların üzerinde anlaştıkları ortak kararların yerini Osetya’yı Rusya’nın idari sistemine dahil etmek için acele eden Rus makamlarının tek taraflı davranışları almıştır. Zaman zaman silahlı çatışmalara dönüşen ihtilaflar, bölgede Rus yönetiminin polis, mahkemeler ve vergi sistemi gibi unsurlarıyla beraber tam ve nihai olarak kurumlaşmasına kadar sürmüştür. 1830 yılında gerçekleşen bu olay Osetya’nın kuzeyinde ve güneyinde eş zamanlı bir surette düzenlenen imha operasyonlarından sonra mümkün olmuştur. İnatçı direnişleri Osetleri Rus askeri yönetimine tabi olma zorunluluğundan kurtarmaya yetmemişse de, beklenmedik bir biçimde onların komşularının iddialarından kurtulmalarına yaramıştır. Nitekim, daha önce Osetya’nın Rusya’ya katılmasını engellemek için entrikalar çeviren Gürcü prensleri Gürcüstan’ın kendisi de Rus yönetimine katıldıktan sonra bazı güney Oset toplumları üzerine hak iddia etmeye başlamışlardır. Ancak Rus Yönetiminin onların bu talebine verdiği cevap olumsuzdu: kudretli bir İmparatorluğa karşı savaşmaya cesaret edebilen insanlar, Gürcülere bağımlı olamazlardı.
1784’te Daryal (Askeri Gürcü) Geçit Yolu bölgesinde güvenliği sağlamak amacıyla Rus yönetimi Vladikafkas kalesini inşa ettirmiştir. Kalenin Osetçe adı olan Dzaucikau Osetya’nın bugünkü başkentine daha önce burada bulunan küçük bir Oset köyünden miras kalmıştır. Osetya’yı devlet idaresi alanına dahil etme sürecinde edinilen deneyimler Kafkasya’daki Rus makamlarına çok şey öğretmiştir. XIX. yy.ın ortalarından itibaren karşılıklı uyuşma ve alışma dönemi başlamıştır. Bu dönemde gerçekleşen idari sistem ve taksimatın evrimi ve yönetme usullerinin gelişimi eski Oset coğrafi-politik organizasyonunun ve geleneksel halk temsilciliği ve mahkeme şekillerinin hesaba katılmasına ve kullanılmasına dayanmaktaydı. İmparatorluğun idari kuruluşunda izlenen temel esas etnik olmaktan ziyade coğrafiydi ve Kafkasya’nın özel şartlarında bu esas bir de askeri-stratejik faydalılık prensibiyle tamamlanmaktaydı.
Böyle bir yaklaşımın sonucu olarak Osetya ‘Kuzey’ ve ‘Güney’ olmak üzere Ana Kafkas Sıradağı boyunca iki parçaya bölünerek bunlardan biri Kuzey Kafkasya’daki, öbürü de Güney Kafkasya’daki Rus yerel yönetimlerinin emri altına verilmiştir. Kuzey Osetya’nın en büyük kısmı XIX. yy.ın ortasında önce Vladikafkas İlçesi, daha sonra Askeri Oset ya da Oset İlçesi denilen ve Terek Eyaleti’ne bağlı olan tek bir idari birim içinde toplanmıştır. Güney Osetya’nın topraklarının çoğu Tiflis Eyaleti’ne, azı da Kutais Eyaleti’ne (ikisi de Gürcüstan) ithal edilmiştir. Kuzey Kafkas Ovası’nı yeniden benimsemeye yönelik ilk girişimler daha XVIII. yy.da başlamıştır. Bunun sonucunda Kabardey prenslerine ait toprakları kira ile tutan Oset feodallerinin kurdukları köyler ortaya çıkmış, Osetler Mozdok ve Vladikafkas çevresindeki düzlüklere yerleşmişlerdir.
XIX. yy.ın ilk yarısında ise Osetlerin ovaya göçme süreci kitlesel ve düzenli bir şekil almıştır. Bunun sayesinde feodal ilişkiler yeni üretim bazı edinmiştir. Söz konusu dönemde gerçekleşen önemli gelişmeler şöyle sıralanabilir: Topraktan yararlanmada kişisel-ailesel sistemin kesin zaferi, rantın parayla ödenmesi usulünün yaygınlaşması, ekonomik yönden bağımlı köylülerin değişik sınıfsal gruplarının durumlarının eşitleşmesi. Ancak bunları bütün Rusya pazarıyla bağların genişlemesi, zanaatta ve tarımda piyasaya yönelik mal üretiminin artması, ilk sanayi işletmelerinin ortaya çıkması izlemiştir. Pazara doğrudan bağlılık koşullarında küçük köylü ekonomisi soyluların genç latifundiumlarından daha sağlam ve dayanıklı çıkmıştır. Dağ sömürme metotları ovada zor tutunmaktaydı. Hızlı iktisadi kalkınmayı hedefleyen ve Osetya’daki politik durumun istikrarsızlaşmasından korkan Rus hükümeti büyük çiftlik sahiplerinin çıkarlarını savunmak istememiştir. Sayıları az olan asillerle özgür Oset köylüleri arasındaki sosyal çatışma feodal bağımlılık sisteminin yıkılışıyla çözümlenmiştir. Köylüler soylulara karşı olan eski yükümlülüklerini yerine getirmeyi kesip, işlettikleri topraklardan yararlanmaya devam etmekteydiler. Zaferlerini 1853’ten 1867’ye kadar aşamalı olarak gerçekleştirilen tarım reformu berkitmiştir. Reformun başlıca prensipleri ova arazilerinin devlet mülkiyeti ilan edilmesini ve gerek köylülerin, gerekse eski efendilerinin topluluk hukuku çerçevesinde ayrı ayrı yerleştirilmelerini ve ayrı ayrı topraklandırılmalarını öngörmekteydi. Sonuçta, örneğin, Tagaur ‘wazdan’ları bütün Tagaur halkı gibi aile başına 40 desyatinlik (1 desyatin 1,09 hektara eşittir) arazi parçaları edinilerek köylü kitlesiyle ekonomik olarak denkleştirilmişlerdir. Kuzey Kafkas Ovası’ndaki reform dramatik gelişmelere de sebep olmuştur. Kuzey Oset toplumlarının nüfusunun yaklaşık dörtte biri ve bu arada asillerin çoğunluğu Müslüman’dı. Bu durumu da kullanarak imtiyazlarını yitirmekte olan “asiller partisi” Osmanlı İmparatorluğu’na göç hareketine önayak olmuştur. Bazı verilere göre, Oset muhacirlerinin sayısı 3-5 bin civarındaydı. Bunların çoğu Oset nüfusunun en prestijli ve sosyal olarak en aktif gruplarının mensuplarından ibaretti. Vatanda kalan Oset soylu sınıfı ise reformdan sonra hızla çökmeye başlamıştır.
Vladikafkas (Kuzey Oset) Ovası’nın benimsenmesine paralel olarak Güney Osetlerin Kartli ve Kaheti gibi Doğu Gürcüstan prensliklerine göçleri sürmekteydi. Gürcü krallarının ve prenslerinin daha önce Osmanlı ve İran ordularınca harap edilen topraklarına Osetlerin en büyük göç dalgası XVIII. yy.’a rastlamaktadır. Gürcülerin toprağa şiddetle muhtaç olan Oset dağlılarını davet etmeleri genellikle hem ekonomik, hem askeri amaçları gütmekteydi. Örneğin, Doğu Gürcüstan hükümdarı II. Iraklı (Erekle Han) Kaheti’deki Oset kolonilerini bölgeyi dış saldırılara karşı koruyacak bir kordon şeklinde yerleştirmiştir. Güney Osetya’nın asil kendisinde ise XIX. yy.’in başları ve ortaları köylülerin özgürlük savaşımlarıyla geçmiştir. 1860’larda yapılan reform burada da kişisel bağımlılığı kaldırmış ve toprak ilişkilerinin düzenlenmesinin genel Rusya sistemini yürürlüğe koymuştur.
Ovaya yerleşme ve devlet yönetiminin kurulması, tarım reformu ve pazar ilişkilerinin gelişmesi Osetya’nın dağınıklığının giderilmesine ve dış bağlarının genişlemesine yol açmaktaydı. XVIII. yy.ın sonlarından XIX. yy.ın ortalarına kadar meydana gelen olaylar ve gelişmeler halkın toparlanması sürecini hızlandırarak ulusun yeniden doğuşu için ortam hazırlamıştır.
KÜLTÜR DEVRİMİ
Osetya'da kapitalist ilişkilerinin doğması ve gelişmesi dönemi olan 19. yüzyıl aynı zamanda Oset ulusunun oluşması ve Oset ulusal kültürünün şekillenmesi çağı olmuştur. Geçen asrın ilk yarısına kültür devriminin başlaması rastlamaktadır. Feodalizmin çöküşünü ve Osetya'nın dünya ekonomik bağlantıları sistemine katılışını hazırlayan politik ve sosyo-ekonomik değişmeler geleneksel yaşam tarzını kırmış, toplumun hareketliliğini yükseltmiş, kültür alanında karşılıklı etkileşmenin ufuklarını genişletmiştir. Geleneksel toplumun modern eğitime doğru yönelmesi, kültürel faaliyetlerin değişik dallarının ihtisaslaşması, profesyonel edebiyat ve sanatın ortaya çıkışı vb. gelişmeler ulusal toparlanma ve kaçınılmaz olarak ulusal çıkarların bilincine varma süreçlerinin zemininde meydana gelmekteydi.
Ekonomik kalkınma, toplumsal hayatın devlet haline geçişi, özgürlük olmasa da kişisel seçim yapma olanaklarının genişlemesi kalabalık bir aydın sınıfın oluşmasına yol açmıştır. XVIII. yy.'ın ortasına kadar Osetlerin pek azı eğitim görebilmekteydi, bu da sadece Gürcü manastırlarında veya Kartli hükümdarlarının saraylarında mümkün olabilmekteydi. Yazının ve onu yeniden kurma olanaklarının olmayışı dağ toplumlarındaki kültürel durumun ayrılmaz bir niteliğiydi. Çocukları çağdaş yöntemlerle eğitmenin daha önceki bazı girişimleri bilinmekteyse de, okul eğitim sistemi Osetya'da 1766'da Mozdok'ta ilk Oset okulunun açılmasıyla doğmuştur. İlk Osetçe kitap da 1798'de Mozdok piskoposu Gay ile papaz Paul Kesati'nin yayınladıkları kısa bir "Akait Kitabi" olmuştur. Bu iki zat Kiril alfabesini kullanarak Oset yazı sistemini geliştirmiştir. 1821'de Ivan Gabarati'nin yazdığı ilk Osetçe "Elifba Kitabi" basılmıştır. 1820'li yıllarda Osetya'da kiliselere bağlı ilkokullar açılmaya başlamış,1860'larda ise bunların sayısı 30'u bulmuştur. 1844'te baskıdan akademisyen Andreas Sjogren tarafından meydana getirilen ve Oset dilinin bilimsel incelenmesinde ilk adım olan "Osetçe Dilbilgisi" çıkmıştır. Sjogren'in geliştirdiği alfabe Osetçe okuma yazmayı herkesin anlayacağı bir hale getirmiştir. Bu dönemde Oset dili 1836'da açılan Vladikafkas Din Lisesi'nde ve Oset papazlarını hazırlamayı amaçlayan Tiflis Ruhban Yüksek Okulu'nda da ders olarak öğretilmekteydi. 1830'lardan itibaren Oset erkek çocukları askeri okullara girmeye başlamışlar, birçok genç asilzadeler Petersburg'daki prestijli subay okullarına kabul edilmekteydiler. Saflarından ulusal aydın sınıfı çıkaran tahsil görmüş Osetlerin ilk kuşağı XIX. yy.'ın ortalarında faaliyette bulunmaktaydı. Bu kuşak daha çok dini veya askeri öğrenimi yapmış kişilerden oluşmaktaydı. O zamanlarda yalnız soylular subay olabilmekteydiler, Ortodoks Hıristiyanlık ise Osetya'da köylülerin dini sayılmaktaydı. Bu sebepledir ki Oset aydın kesimi baştan beri safları içinde değişik sosyal tabakalardan gelen insanları birleştirmiştir. Sınıfsal ve bölgesel önyargıların giderilmesi için fazla zaman gerekmemiştir.
Oset toplumunun özelliklerini oluşturan yurttaşlar topluluğu, köylülerin özgürlüğü ve itibarlılığı, ortak geleneksel kültür ve şövalye tipi epik destanlar halkın kültürel, etnik ve estetik birliğini kolaylaştırmıştır. Dönemin Oset aydın kesimi genel ulusal çıkarları ifade edip, sosyal ve coğrafi bölmeleri zorlamış ve Yeni Çağ’ın timsali olmuştur. Aydın kesimin hızlı sayısal büyümesini çağdaşlar bazen Osetlerin öğrenime olan özel eğilimleriyle açıklamaya çalışmışlarsa da, bunun gerçek nedenleri şunlardı: Toplumsal gelişmişlik düzeyinin nispeten yüksek ve dönemin Rus devlet idare yapısına aşağı yukarı uygun olması (örneğin, 1871 yılında sadece Osetler genel Rusya mahkeme sistemine geçmeye hazır bulunmuşlardır); yenilikleri benimsemeyi ve değişen dış koşullara kendini adapte etmeyi kolaylaştıran Oset toplumunun açıklığı (korporatif ruhtan ve topluluk kapalılığından yoksun olması, 'enternasyonalizm'i); son olarak da XIX. yy.'a mahsus büyük Rus kültürünün Osetya ile dış dünya arasında aracı ve ortak işlevlerini genellikle başarıyla görmüş olması.
Aydınlar kesiminin doğuşuyla beraber Oset toplumunun yeni cehresi de oluşmuş, halk 400 yıl içinde tanınmayacak kadar değişmiş kocaman dünyaya tekrar dönmeye ve bu dünyada kendi yolunu aramaya başlamıştır. XIX. yy.'in ikinci yarısı ve XX. yy.'in ilk çeyreği Osetya için Ulusal Yeniden Doğuş Çağı olmuştur.
Dikkate değerdir ki Oset aydın sınıfı kendi sayısal ve entelektüel liderliğini baştan beri Kafkasyalı komşuları karşısındaki sorumluluk olarak idrak etmiştir. Daha ilk profesyonel ozan Temirbolat Mamsurati şiirlerinde vatan kavramını bütün Kafkasya çapına kadar genişletmiştir. İnal Kanukwati, Alihan Ardasenti, Kosta Hetegkatıgkati, Gappo Bayati, Georgi Tsagolti, Elbasduko Britiati ve başkalarının politik, sosyal ve ekonomik sorunlar üstüne yazdıkları eserlerde işlenen başlıca temalar Kafkas halklarının kardeşliğinin ya İnguş olsun ya da Khabardey olsun bütün hakkı yenilenlerin ve fakirlerin savunulması, Kafkas kardeşlerinin müreffeh ve tek ailesinin dışında kendi ulusunun mutluluğunun asla düşünülemez olmasıdır. Oset kültürünün bir parçası haline gelen bu sorumluluktan 'İslam sosyalizmi'nin kuramcısı ve birleşik dağlıların demokratik devletinin ideoloğu Ahmet Tsalikati'nin düşünce tarzının genişliği kaynaklanmaktadır. Ayni hususu göz önüne almadan bir avuç Oset'in genel Rusya Müslüman hareketinde oynamış oldukları müstesna rolü anlamak da olanaksızdır (bu bağlamda Ahmet Tsalikati'den başka Aslanceri Datiti ile Alihan Kantemurti (Kandemir) gibi simalar akla gelmektedirler). Ulusal bilinci aktif biçimde oluşturmakta olan kültürel faaliyetlerde merkezi yeri dil problemleri işgal etmekteydi. Anadili kültürün ruhu, çağlar arasındaki rabıta unsuru ve ulusal identitenin güvencesi olarak düşünülmüştür. Andreas Sjogren'in ve Vsevolod Miller'in lengvistik yapıtları Oset kültürünün olguları haline gelerek toplumun bütün kesimlerinde tarihe ve filolojiye karşı geniş ilgiyi uyandırmıştır. Ulusal Yeniden Doğuş çağındaki aydınların en önemli amaçları tek edebiyat dilini kurmak ve anadiline dayalı okul eğitimini başlatmaktı.
Büyük Kosta Hetagkatı'nın şiirleri edebiyat dili konusundaki tartışmaları anlamsız kılmıştır: Kosta'nın geliştirdiği dilde XIX. yy.'in sonunda XX. yy'ın başında klasik Oset Edebiyatı geleneğinin kurucuları olan Aleksandr Kubalti, Seka Gadiati, Elbasduko Britiati, Ilas Arnigon, Alihan Tokati, Arsen Kotsoyti vb. yazmaktaydılar. Tek (ortak) edebiyat diline İron lehçesi temel oluşturmuşsa da, edebiyat geleneği aynı zamanda Blajka Gurjibeti, Georgi Maliti, Sozur Bagarati gibi yazarlar sayesinde Osetçe'nin Digoron lehçesinde de gelişmekteydi... Anadiline dayalı öğretimi başlatması ise Çarlık Rusya'sında mevcut yasaklar engeline çarpmıştır: bu yönde girişimlerde bulundukları için Elbasduko Britiati ve Ilas Arnigon öğretmenlikten bile atılmışlardır. Osetçe eğitim yapan okullar ancak 1917 devriminden sonra kurulabilmiştir.
Ulusal ülkü Oset kamuoyunu kendi özgünlüğünü aramaya ve kesilen çağlar arası bağları yeniden keşfetmeye itmiştir. İlk Oset halk bilimcileri ve etnografyacıları olan Vasili Tsorati, Cantemir, Gatsir ve Gutsir Sanati'ler, Mialuk Txostati, Mikail Bayati, Afako Gassiti, Georgi Tsotsiti, Savva Kokiti, SolomanTuskati ve başkaları süreli yayınlarda Oset folkloru ve halk kültürü ile ilgili yazılarını yayımlamaktaydılar. XX. yy.ın başlangıcında Oset tarihinin etraflı ulusçu mefhumları olan Aleksandr Kodzati'nin ("Kadim Osetler ve Osetya", 1903) ve Vano Temirhanti'nin ("Osetlerin Tarihi", 1913) kitapları gün yüzü görmüştür. Sözlü halk sanatı klasik edebiyatı beslemekte, folklor sujeleri profesyonel tasviri sanatların kurucuları olan ressam Maxarbeg Tuganti ve heykeltraş Soslanbeg Tavasiti'ye ilham vermekteydi. Halk ustaları çevresinden heykelci Soslanbeg Edziti ve yazar Seka Gadiati çıkmışlardır.
Ulusal devlet yapısının yokluğu ve Osetya'nın idari bölünmüşlüğü ortamında kültür toparlanma sürecinin başlıca faktörü ve ulusal bilincin dayanağı haline gelmiştir. Kültürel bölgeciliğin ortadan kalkması, aydınlar sınıfının oluşması, eğitim sisteminin ve her çeşit profesyonel kültür faaliyetlerinin gelişmesi, Osetçe kitap, gazete ve dergilerin yayımlanması Osetya'yı tek bir ulusal kültürel alan haline getirmiştir. Kültürel merkezleşmenin ekseni görevini ise Kosta Hetegkatı'nın tanımıyla "Osetlerin fikri ve idari merkezi" olan Vladikafkas görmekteydi. XIX. yy.'ın ortasında Oset ulusal yeniden doğuşunun toplumsal politik fikriyatı maarif düşünceleriyle sınırlı kalmaktaydı. İki birbirine zıt siyasi tutum olan piskopos Akso Koliti'nin demokratik Hıristiyan platformu ile general Musa Kunduxati'nin aristokratik muhafazakarlığı arasındaki çelişkiler de aydınlatma felsefesinin çerçevesi dışına çıkmamaktaydı. Fakat XIX. yy.'ın son otuz yılı içinde halkçılık ideolojisine geçiş gerçekleşmiş ve ulusal kurtuluş hareketinin yükselişi başlamıştır. Oset aydınlarının devrimci kısmı (Alihan Ardasenti, Dris Soxiti, Ibrahim Sanati, Mahamat Abat¬siati, Gurgok Gazdanti, Georgi Dzgoyti ve başkaları) genel Rusya 'illegalite'sinin (yer altı hareketinin) saflarına katılarak 'halk içine gitme' olarak bilinen ve sosyal adalet fikirlerini yayma amacını güden romantik ve dokunaklı faaliyetleri aktif şekilde vatanlarında yürütmüştür. Ulusal yeniden doğuşun bu safhasında sanat yaratımı ve "teorik" yazılı kültür siyasi hayatın ayrılmaz bir parçası haline gelmiştir. Bir yandan halkın savunucusu, öte yandan da şair, gazete yazarı ve ressam sıfatlarını şahsiyetinde birleştiren Kosta Hetegkatı'nın evrensel siması da ulusal kültürün ve Oset halkının kurtuluş savaşımının tek ve bölünmez simgesi olmuştur.
KURTULUŞ HAREKETİ
X. yy.'ın başlarına doğru Oset toplumsal hareketi ve kamuoyu için ülkenin idari bölünmüşlüğüne ve sömürge halkı konumuna boyun eğmenin imkansızlığı artık açık olmuştur. Ulusal yeniden doğuş Osetya'nın politik birleşmesi fikrinin ortaya konulmasına yol açmıştır. Bu hedef 1905 1907 Rus Devrimi sırasında faal şekilde tartışılmış, 1917 Şubat’ında Çarlık rejiminin düşmesinden sonra ise en başta gelen amaç olarak belirlenmiştir. Rusya'da iç savaş ve imparatorluğun dağılması ortamında Osetlerin politik bilinci ve ulusal egemenliği net olarak Oset halkı kongreleri örgütsel biçimini almıştır. 1917-1919 yılları arasında yapılan 11 ulusal kurultay iki en önemli sorunu karara bağlamış: Kuzey ve Güney Osetya'yı genel halk irade izhari düzeyinde birleştirmiş ve yasal yetki organı olarak Oset Ulusal Meclisi'ni meydana getirmiştir. Oset Halkının I. Kongresi 1917 Nisan’ında toplanmıştır. Kasım 1917'de yapılan IV. Kongre Osetya'da geçici olarak tam devlet yetkisi sahibi kılınan Oset Ulusal Meclisi'ni seçmiştir. Meclis'in başkanlığına Simon Ta-koti, yardımcılıklarına da Tsomak Gadiati ve Gappo Gagkayti getirilmişlerdir. Tümgeneral Afako Fidarati (ordu başkomutanı) ve Albay Gaspo Gutsunati'nin (kurmay başkanı) yönetiminde ulusal silahlı kuvvetlerin kurulmasına başlanmıştır. Ordu kamu düzenini ve halkın güvenliğini korumak amacıyla oluşturulmaktaydı. Aralık 1917-Ocak 1918 tarihlerinde İnguş çetelerinin Vladikafkas'a düzenledikleri saldırılar bile Osetlerin ‘Militarizmi’ni artırmamıştır. Şubat 1918'de toplanan V. Kongre “komşu kardeş halklarla savaş fikrini aklına bile getirmediğini ve bazı grupların insiyatifiyle başlayan düşüncesiz çatışmaların kesin son bulacaklarına inandığını” belirtmiştir. Nisan 1918'de yapılan VI. Kongre Osetya'yı Sovyet yönetimindeki Terek Cumhuriyeti'nin yapısına dahil etmişse de, üç ay sonra Temmuz 1918'de toplanan VII. Kongre Sovyet iktidarını tanımayı reddetmiştir.
Ulusal Meclis delegeleri farklı siyasi görüşleri temsil eden insanlar olmakla beraber, büyük çoğunluğu aydın kesime mensuptu. Meclis'in bileşimi kongreden kongreye değişmekte, Osetya içindeki ve etrafındaki koşullar ve gelişmeler de birbirinin yerini almaktaydı. Meclis'in onurunu pek büyük derecede artıran bir olgu olarak vurgulanmalıdır ki, faaliyetleri daima Osetya'da iç savaşı önlemeye yönelikti.
Rusya'da artık başlamış olan iç savaş konusunda Osetya'da birbirine karşıt yaklaşımlar mevcuttu. Bolşeviklik yanlısı 'Kermen' Partisi Sovyet iktidarını desteklemekteydi. Ortacı/merkezci bir örgüt olan ‘Kosta'nın Çevresi’ Rusya'daki iç çekişmelere karışmama ve kendi kaderini belirleme prensiplerini savunarak Oset Devleti'ni kurma fikrini yaymaktaydı. Oset Ulusal Meclisi de ikinci tutuma yönelmekte, fakat (Oset tarihinde çok defa olduğu gibi) bilincine varılan zorunluluk ile bu zorunluluğu hayata geçirmek için gereken politik olanaklar arasındaki trajik çelişkiyi bir türlü giderememekteydi. Osetya'nın kaderi bu kez de sınırları dışında kararlaştırılmıştır. Ulusal birlik ve politik özerklik emelleri Osetlere pahalıya mal olmuş: "beyaz"ların ve "kızıl"ların ortak çabalarıyla iç savaş Osetya'ya yine de ithal edilmiştir. Osetya'nın kuzeyinde 1920'de, güneyinde ise 1921'de kurulan Sovyet iktidarı başlangıçta Osetya'nın birleştirilmesi fikrini desteklemekteydi. Fakat 1920'lilerin ortalarında Sovyetler Birliği yönetimi ulusal sorunun demokratik yöntemlerle çözümünden vazgeçip eski imparatorluk prensiplerine dönmüştür. Birleşme gerçekleşmemiştir. Gene de Sovyet iktidarı yıllarında Oset halkı ileride ulusal devlet yapısını yeniden kurmayı ve geliştirmeyi kolaylaştıracak bazı önemli ön koşulları yaratabilmiştir. Kuzey Osetya 1924'te Rusya Sovyet Federatif Sosyalist Cumhuriyeti'ne bağlı özerk bölge, 1936'da ise özerk cumhuriyet statüsünü elde etmiştir. Güney Osetya 1922'de Gürcüstan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti içindeki özerk bölge olmuştur.
İki ayrı ulusal idari birimin çerçeveleri içine hapsedilmiş de olsa Osetya bu dönemde ciddi sosyo-ekonomik ve kültürel başarılar kazanmıştır. Ulusal orta eğitim sisteminin kurulması özellikle dikkate değerdir: örneğin, 1920'de Kuzey Osetya'da açılan 88 okuldan 55'i Osetçe öğretim yapmaktaydı. Ne var ki, daha sonra Sovyetler Birliği'nde gerçekleştirilen iktidarın bastan aşağı merkezleştirilmesi, büyük nüfus kitlelerinin zorla göçürülmeleri ve Güney'de “zorunlu Gürcüleştirme”, Kuzey'de ise “yumuşak Ruslaştırma” şeklinde uygulanan ulusal asimilasyon politikası çok geçmeden Oset özerk oluşumlarının yönetsel ve ulusal kültürel gelişmesini baltalamıştır. 1960'larda Osetya'da son Osetçe eğitim yapan okullar kapatılmıştır.
Birleşme ve gerçek ulusal egemenlik uğrunda mücadelenin yeni aşaması 1981'de başlamıştır. 24 Ekim tarihinde Vladikafkas'ta (o zamanki adıyla Orconikidze'de) hükümet binasının önündeki meydanda toplanan binlerce insan Kuzey Osetya resmi yöneticilerinden halkı canilere ve soygunculara karşı korumasını ve rüşvetçilik ve yolsuzluklara saplanan yüksek makam sahibi kişileri görevden alıp cezalandırmasını istemiştir. Yönetimin buna cevabı tehditler ve hakaretlerden ibaretti. Kaba kuvvet kullanılarak dağıtılan bu miting halk ayaklanmasının başlangıcı olmuştur.
Üç gün boyunca şehrin merkezinde taşlar, sopalar ve ‘molotof kokteyli’ şişeleriyle silahlı sivillerle Sovyetler Birliği'nin diğer bölgelerinden de (özellikle Gürcüstan'dan) takviye alan tenkil birlikleri arasındaki göğüs göğüse çarpışmalar devam etmekteydi. Osetya'da yaşayan çeşitli uluslara mensup insanların katılımıyla ve saf ütopik sloganlarla gerçekleşen ayaklanma şiddetle bastırılmışsa da, bu olaylar Osetlerin tam bir kuşağını manevi anlamda özgür kılarak vatanlarını da gelecekteki sınavlara ve değişmelere hazırlamıştır.
Ekim 1981 Vladikafkas ayaklanmasından sonra diğer Sovyet cumhuriyetler ve kentlerinde de rejimin eksikliklerini protesto eden gösteriler yapılmıştır. 1985'te ülkenin krize doğru kaydığını fark eden Sovyet liderleri devleti sağlamlaştırmak için ‘perestroyka’ (‘yeniden yapılanma’) adıyla bir demokratikleştirme hareketini başlatmışlardır. Fakat artık iş işten geçmişti. Sovyetler Birliği'ne bağlı cumhuriyetler ve uluslar ne Moskova'daki merkezi yönetime, ne birbirlerine güvenmekteydiler. Ülkenin çeşitli bölgelerinde etnik çatışmalar ve savaşlar patlamıştır. ‘Perestroyka’ başarılı olamamış ve 1991'de Sovyet devleti bütün karşı çabalara rağmen dağılıp tarihe karışmıştır. Ayrık durumdaki Osetya çetin imtihanlara göğüs germek zorunda olmuştur. Sovyetler Birliği varlığını kestikten sonra sadece onu oluşturan 15 birlik cumhuriyetinin bağımsızlığı tanınmıştır. Özerk ulusal oluşumlar ise Sovyet döneminde bağlı oldukları birlik cumhuriyetlerinin içinde bırakılmıştır. Bu dönemde Kuzey Osetya gibi Rusya Federasyonu'na bağlı özerk cumhuriyetlerin hakları önemli ölçüde genişletilerek ‘federe cumhuriyetler’ sıfatıyla Rusya içinde kalmaları sağlanırken, bağımsızlığı elde eden Gürcüstan'daki durum tam farklıydı. Gürcü olmayan uluslara ve etnik unsurlara karşı baştan beri son derece hoşgörüsüz ve tehditkar tutum alan aşırı ulusçu, şoven örgüt ve hareketler daha 1989'da Güney Osetya'ya silahlı saldırıları düzenlemeye başlamışlardır. 1990'da Gürcüstan'da seçimle iktidar başına gelen bu güçler ilk işlerinden biri olarak Güney Osetya'nın özerkliğini kaldırmışlardır. Buna karşılık ulusal varlığını korumak amacıyla Güney Osetya kendini bağımsız bir cumhuriyet ilan etmiştir.
5 Ocak 1991'de Gürcü polis ve ordu birlikleri ansızın Güney Osetya'nın başkenti Tsxinvali'ye baskınla girerek Osetlere karşı açık bir imha savaşına girişmişlerdir. Yaşlı, çocuk veya kadın farkı gözetilmeden sivillere işkence edilmiş ve öldürülmüş, tiyatro, okullar ve kütüphaneler yakılıp yıkılmıştır. Çok geçmeden faşistler şehirden atılmışlarsa da, bunu izleyen daha 1,5 yıl boyunca Güney Osetya'nın birçok yerlerinde işgalcilerle yerli savunma güçleri arasında ağır çatışmalar sürmüştür. Çoğunluğu Gürcüstan'ın iç bölgelerinden olmak üzere 100 bini aşkın Oset Gürcülerin yaptıkları vahşetlerden kurtulmak için evini malını terk etmek ve Kuzey Osetya'ya sığınmak zorunda kalmıştır. Mültecileri barındırmaktan başka Kuzey Osetya bu dönemde Güneylilere elinden gelen ekonomik,politik ve askeri destek de vermiştir.
Aylarca suren Tsxinvali kuşatılması ve diğer muharebelerde yüzlerce yurtseverin şehit olmasına rağmen, Osetya savunucuları teslim olmamışlardır. 1992 yazında Rusya nihayet devreye girerek Gürcüstan'ı askeri birliklerini Güney Osetya'dan geri çekmeye ve ateşkes sözleşmesini imzalamaya mecbur etmiştir. Halen de geçerli olan bu sözleşme uyarınca, sorunun siyasi çözümü bulunup kesin barış akdedilene kadar bölgede güvenliği koruma görevi birer Rus, Oset ve Gürcü taburundan kurulu üçlü Barış Gücü'ne verilmiştir. Maalesef, Oset topraklarındaki feci olaylar bununla bitmemiş: 31 Ekim 1992'de İnguşlarla çatışmalar başlamıştır. Beş gün içinde Prigorodni İlçesi'nde ve Vladikafkas'ın kenar semtlerinde devam eden kanlı çarpışmalar sonucunda pek çok insan hayatını kaybetmiştir. İki komşu halk arasında ilişkilerdeki yaranın derinleşmesine ve ek Rus askeri birliklerinin barış gücü olarak bölgeye gönderilmesine neden olan bu olaylardan sonra ikili görüşmeler süreci başlatılmışsa da, şimdiye kadar kesin uzlaşma sağlanamamıştır.
Son yıllarda yaşanan sıkıntılar ve sarsıntılarda iki Oset cumhuriyeti de bir olmaya ve ulusal benliklerini ve egemenliklerini ortaklaşa korumaya azimli olduklarını göstermişlerdir. Bu da yukarıda genel çizgileriyle tarif etmeye çalıştığımız bin yıllık Alan Oset tarihinin günümüzde kesilmeyip şimdiki ve gelecekteki kuşaklarca devam ettirileceği umudunun belki de en önemli kaynağıdır.
Ruslan Bzarti
Kuzey Osetya Tarih ve Arkeoloji Enstitüsü Müdür Yardımcısı
Çeviren Georgi Tsotsiti
Kaynak: Nart Dergisi,Sayı;5-6, 1998