TARİH
Alan Tarihi ve Kafkaslar
M.Ö.300'den M.S.1000'e Allenler veya Alanlar ya da Alani, batının yazılı tarihine ilk kez Romalı ordu komutanlarının raporları ile Roma sahne ve edebiyatı yoluyla girdi. Romalıların ortak tanımıyla "Alani", günümüzde Ukrayna'da bulunan Azak Denizi yakınlarında yaşayan göçebe halklardan bir kabileydi.Azak denizinin kuzeydoğu ve doğu kesimlerinde yaşayan Meot,Sind adındaki eski Çerkes(Adige) kabileleri gibi onların yaşamı da bölgenin zengin otlaklarında otlayan hayvan sürüleri etrafında dönüyordu. Genç ve yaşlı tüm erkeklerin uyumak dışındaki tüm zamanı at sırtında konaklama yerlerini iki veya dört ayaklı her türlü canlıdan gelecek saldırılara karşı koymaya çalışmakla geçiyordu.
Kadınlar ve küçük çocuklarsa her ailenin yağmurlu gecelerde barınak olarak ve eşyalarını taşımak için kullandığı iki tekerli öküz arabalarının toplanmasıyla oluşan kamp yerinden pek uzaklaşmıyordu. Komşu kabilelerin çoğu deri çadırlarda kalıyor ve at sırtında, daha hızlı göç ediyordu ancak beraberlerinde taşıyabildikleri çok kısıtlıydı. Alanlarsa öküz arabalarıyla daha yavaş hareket ediyor, koyun ve sığır sürülerine ayak uyduruyorlardı. Bozkırlarda yaşayan komşuları çoğunlukla kısa boylu, siyah saçlı ve koyu tenliyken Alanlar ve Kuban yöresi halkları(Çerkesler) uzun boyları, sarışın ve açık tenleri ile orduya asker arayan Romalıların gözüne çarptı.
Alanlar aynı zamanda özgün bir savaş stiline sahipti, bozkırlı savaşçıların tipik kısa yay ve kısa kılıçlarını değil, direkt saldırı için uzun mızrakları, yakın dövüş içinse iki elle tutulan ve kayışla sırtlarında taşıdıkları ağır "barbar" kılıcını tercih ediyorlardı. Alanlar çoğunlukla, II. Dünya Savaşı'nın çok düzenli ve yakalayabildiği her şeyi mahveden tank orduları gibi savaşırken, düşmanları 1950'lerin Hollywood filmlerindeki Siu Kızılderilileri gibi, yavaş hareket eden düşmana vahşice saldırıp rakip savaşçıyı topluluktan ayırarak küçük oklarıyla öldürmeye çalışıyordu. Bu oklardan korunmak amacıyla Alan savaşçısı ve atı tamamen zırhlıydı.
Alanlar nadiren savaş kaybetmiş olmanın avantajına sahipti ancak nerdeyse her çatışmada önemli kayıplar veriyorlardı. Zapt edilmenin cezası belliydi, ya ölüm ya da uzun süreli kölelik! Bu yüzden Alan savaşçısı kazanmak için yeterince "istekli" oluyordu.
Alanlar ele geçirdikleri, erkekleri köle olarak satarken savaşlara verdikleri ağır kayıpları karşılamak için zaptettikleri esirlerden doğurgan kadınları sağ bırakıp delikanlıları evlat ediniyorlardı. Alanlar steplerin düzensiz kabilelerini sindirirken yüksek disiplinli Roma Lejyonları'na karşı pek şansları yoktu, bu yüzden mümkün olduğunca karşı karşıya gelmekten çekiniyor ya da hizmetlerini "yerel askeri birlikler" olarak Romalılara satıyorlardı. M.Ö.300'lerde artık steplerde bir şeyler değişmeye, Hunlar bölgede baskın unsur haline gelip önlerine çıkan her şeyi süpürmeye başladı.
Alanlar başlangıçta karşı koymaya çalıştıysa da Hunlar karşısında resmen bozguna uğradılar. Ancak savaşçı yetenekleriyle ünlü Alanlara Hunlar bir seçim önerdi; “yok olma veya Hunlara katılma”. Alanlar akıllıca olanı tercih ederek kendi liderlerini seçerek, kendi kültürlerini koruyarak ancak Hun ordusu saflarında savaşarak Hunların hakimiyetinde yaşamayı kabul etti. Düşmanın pozisyonunu bozacak ağır zırhlı Alan "tank ordusu"yla, kaçan düşmanı kovalayıp zaptedecek daha hızlı ve devingen Hun birliklerinin birleşimi işe yaradı, iki grup da zenginleşti, hatta bir keresinde İstanbul'u birlikte yağmaladılar.
Roma İmparatorluğu çökerken Alanlar her fırsatta paralı asker olarak savaştıkları Roma lejyonlarını Tuna Nehri boyunca takip ederek Orta Avrupa'ya kadar ilerledi. Zamanla kendilerine has savaş taktiği haline gelen ve onlara birincisi 451'de Fransa Chalons'da Atilla'ya, ikincisi 1066'da İngiltere Hastings'de Harold'a karşı en büyük iki Alan zaferini kazandıran "geri çekilme numarası"nı da Romalılardan öğrenmişlerdi zaten. Geri çekilme numarası hayatında bir kez bile bir köpek yavrusuyla oynayan herkese aşina gelecektir; ana fikir korkmuş gibi yapıp kaçarak takip edilmeyi sağlamaktır. Ama bir köpek yavrusuyla oynayan herkesin yine bildiği gibi bu numarayı herkes yutmaz, hele de eğitimli ve disiplinli bir rakip asla. Ve bu numara tutmazsa yenilgi gerçekten çok şiddetli olur!
Alanların savaşçı kuvvetleri kendileri lehine birçok karakteristik özelliğe sahipti. Kazanmak için ağır kayıplar verme pahasına düşman savunmasının tam kalbine doğru, yavaş ve ölçülü saldırılarıyla ünlüydüler. Böylece ilk hamle karşı tarafta şüphe uyandırmıyordu. Alanların ağır zırhlı süvarileri ve atları takipçilerinden kaçmaya çalışırken iştah açıcı bir hedef teşkil ediyordu, oyunun bu son parçası gerçekten inandırıcıydı. Ama oyun, tüm askerlerin sert bir disipline sahip olmasını gerektiriyordu, eğer içlerinden biri zamanından önce oyunu belli ederse düşman rahatlıkla Alan süvarilerinin kendine saldırmasına izin verip onları içine çekerek orduyu kolayca parçalara ayırıp haklayabilirdi. Veya düşman ordusunun göbeğine saldıran Alanların fazla kayıp vermeden savaş alanından kaçtığı görülünce düşman işin içinde bir bit yeniği olduğunu anlayıp geri çekilen hasmını takip etmeyebilirdi.
Romalılar, tekniğinin inceliklerini ağır bir bedel karşılığı Hannibal'den öğrendikleri bu bilgiyi müttefikleri Alanlara öğrettiler. İlk sınav 451'de Orta Fransa'da Hunlara karşı verildi. Romalılar Avrupa'da terör estiren ve Roma Lejyonları'nı aptal durumuna düşüren Hunlardan kurtulmak istiyor ama hızlı ve hareketli Hun süvarilerini kontrol altına alamıyordu. Roma'nın planı klasikti, Vizigotlar ve Romalılar saldırının sağ ve sol tarafında korunma pozisyonunda beklerken Alan süvarisi kralları Sangiban komutasında Atilla'nın kampına saldıracaktı.
İşler planlandığı gibi giderse Atilla Alanları cezalandırmak üzere kampını terkedecek, kovalamacaya Hun askerleri de katılacak, sonra Vizigotlar ve Romalılar düşmanı iki taraftan kıstıracak ve Alanlar da geriye dönüp düşmanın önünü keserek kaçış yolunu kapatacaktı. Söz verilen ödeme de bir Romalı klasiğiydi; Vizigotlar için altın ve Roma kontrolünden uzakta özgür yaşayacakları İspanya'ya Fransa'dan güvenli geçiş. Alanlar içinse savaş alanının batısındaki ve kuzeyindeki topraklar. Tabii ki o topraklarda Roma'nın hesaba katılmadığı Franklar ve Gotlar zaten yaşamaktaydı, ancak şu da vardı ki Atilla'yı yenebilmiş bir ordu organize olamamış birkaç Frank'ı hiç dert etmezdi. Sonuçta da Romalılar "Tanrının kırbacı" Atilla'dan sonsuza dek kurtulacaktı, ya da öyle umuyorlardı.
Savaş Romalıların planladığı gibi başladı, ama gizli bir değişiklik haricinde. Alan süvarileri Atilla'nın kampını bastı ve büyük bir kargaşa çıktı. Alanlar, aynen planlandığı gibi peşlerine Hun ordusuyla birlikte geri çekilip kaçmaya başladı. Vizigotlar da iki yandan Hunların korunmasız taraflarına saldırıya geçip katliama girişti. Ancak kurnazlığıyla ünlü Romalılar, Vizigotlar epey hırpalanana kadar saldırıya katılmayıp Atilla'nın tuzağa düşürülmüş ve korunmasız ordusuna son darbeyi vurmadan sessizce bekledi. Savaştan sonra bir iki özür ve söz verilenden biraz fazla altın yaralarını sararak ağır ağır Batı Fransa'ya geri dönen veya Pireneler üzerinden İspanya'ya geçen zayıflamış ve kızgın Vizigotları yatıştırmaya yetti. Alanlar da toprakları Romalılar ve onların bir diğer düşmanı Normanlarla paylaşmayı kabul ettiler. Zaten Alanların yöre sakinlerini sürüp onların yerine yerleşerek tahıl ve üzüm yetiştirmek gibi bir niyeti de yoktu.
Onlar bunun yerine yerel şeflerin kalelerini ve malikanelerini paylaşıp bölgenin asiller sınıfına dönüştüler. Asil olmak gerçekten iyiydi! Normanlar başka yerde daha kolay avlar buluyor, Romalılarsa yavaş yavaş güç kaybediyor, Fransa'dan çekiliyordu. Ara sıra gelen Hıristiyan papazlar da birkaç kuruş ve bir "aferin"le kolayca tatmin oluyordu.
Alanlar yerel gelenekler ve dine çabukça ayak uydurdular, esen siyaset rüzgarındaki en küçük değişikliği anında hissedip rağbet gören fikir neyse onunla kucaklaştılar. Kader Alanların yüzüne gittikçe daha çok gülüyordu. İngiltere'yi Fransa'dan ayıran Manş Denizi'nin diğer tarafında İngiliz tahtı kapanın elinde kalıyordu. Normandiya dükü William'ın Güney İngiltere'ye asker çıkararak tahtı sallanan kral Harold'u mağlup ederek tacı ele geçirmek gibi bir planı vardı, planınsa birçok bölümü; Papa'yla ittifak kurup İngiliz papazlarına karşı psikolojik savaş başlatmak ve Kuzey İngiltere'ye karşı Danimarka tehdidini kullanıp düşmanın kafasını karıştırıp kuvvetlerini bölmek gibi.
Sonunda William zaferini sağlama bağlamak için kalabalık bir orduya da ihtiyaç duydu ve yardım edeceklere kardan pay önerdi. Çevredeki en yüksek rütbeli Alan olan Brittany Dükü, (Brittany; Biscay körfezi ve Manş denizi arasında Fransa'nın kuzeybatısındaki büyük yarımada ç.n.)
İngiliz tahtına talip William'a gelecekte William'ın damadı da olacak olan oğlu, "Kızıl Alan" lakaplı Kont Alan Fergant komutasında kuvvetlerinin üçte birini oluşturacak asker vermeyi teklif etti. İngiliz tarih kitaplarında bu askerler halen "Hastings'te İngiliz güçlerine iki başarısız saldırı düzenleyip şiddetli direniş ve karşı saldırı karşısında panikle geri çekilen Briton Şövalyeleri" olarak geçer. Halbuki peşlerindeki öfkeli İngiliz ordusundan panik içinde kaçışan bu şövalyeler her nasılsa savunmasız İngilizler'i, şiddetle katledilecekleri iki ayrı Norman piyade ve okçu ordusunun tam ortasına sürükledi. Alanların klasik "geri çekilme numarası" Harold'un kuvvetlerini zayıf ve moralsiz bırakıp William'ın piyadelerine çantada keklik yaparak bir günde iki kez kusursuz bir şekilde işe yaramıştı.
William tacı kaptıktan sonra tüm İngiltere'ye hükmetmek için Hastings'te kaldı. Sadık müttefiki Alanları da Düklüklerle, Kontluklarla ve daha küçük unvanlarla ödüllendirdi. 600 yıl öncesinde Fransa'da olduğu gibi İngiltere'de de Alanlar (Allenlar) yenilen aristokrasinin boşalttığı şatolara ve malikanelere taşınarak yerli kadınlarla evlenip yerel geleneklere uyum sağlayarak o rahat hayata geri döndüler.