KÜLTÜR SANAT
Ağır Borç / Уæззау фæлварæн
İnguş dilinde adı Galmu olan Kambılevkeyı suyunun kenarındaki ağaçların altında Oset Batehbojıkau köyünden ve İnguş Tojıhay köyünden gençler toplanmış eğleniyorlar. Aralarında güreşiyorlar. Ahmet ile Said hem yaşça büyüktürler hem de sıkı güreşçilerdir. Sıra onlara gelir ve güreşe tutuşurlar. Ayakta çember yapan diğer gençler bağırtı çağırtılarla güreşçilere hem cesaret hem de taktik verirler. Saatlerce süren amansız bir mücadele sonunda birbirlerini yenemeyen iki güreşçi nefes nefese ve yan yana sırtüstü yatar kalırlar çimenlerin üstünde.
Ahmet Said’e sorar:
-Nasıldı, kan kardeşim, yarın da gelecek misin?
Said’in yeşil gözleri parlar, yanakları kızarır ve kaşlarını kaldırır, gülümseyerek cevap verir:
-Ne kadar güzel bir söz söyledin Ahmet, “kan kardeşim”, hadi bu yerlerde Oset büyüklerinin ve, Çeçen-İnguşların olmadığı zamanlardaki gibi dostça, sağlam ve kinsiz kan kardeşliği yemini edelim..”
-Tamam, edelim! diye yanıtlar Ahmet ve kolunu Said’in çıplak omzuna dostça koyar. Said de ağır ve güçlü elini Ahmet’in omzuna aynı şekilde koyar.
Ahmet ve Said’in bu sözlerini duyan diğer gençler de onlar gibi yaparak kendi aralarında kan kardeşliği sözü verirler.
Ahmet Oset gençlerin en küçüğünden ağacın dalına asılı çantasının içindeki ekmeği getirmesini ister. Sonra ekmeği ikiye böler ve birini Said’e verir. Her ikisi de ağacın altında diz çökerler ve ellerinde ekmeklerle yemin ederler. Ardından her ikisi de sol ellerini keserek kan akıtırlar ve diğerinin elindeki ekmeğe damlatır ve ekmeği yerler. Artık kan kardeşidirler.
Kazıbeg dağının tepelerinde karabulutlar toplanmaya başlar ve gök gürültüleri duyulur uzaklardan. Gençler alelacele ve neşe içinde köylerine, evlerine dönerler. O gece sabaha kadar bardaktan boşanırcasına ve hiç durmadan yağmur yağar ve her tarafı sular seller basar. Yoksul İnguş ve Oset köylüleri de sabaha kadar Allah’a dua eder yalvarırlar:”Büyük Allah’ım, tarlalarımızı, emeğimizi heba etme, koru!” diye.
Sabah olunca İnguş köyünün hemen hemen tüm bağ bahçelerini, tarlalarını sel basar ve ürünler ziyan olur. Komşu Oset köyü daha az zarar görmüştür.
İnguş köylüleri tarlaların olduğu yerde, çaresiz ve yaşlı gözlerle manzarayı seyrederken köyün İmamı da gelir…
-Muhammed Peygamber’e ne yaptık biz, neden böyle büyük bir felaket yaşattı bize? diye sorarlar.
İmam:
-Tövbe, tövbe büyük Allah’ım, tövbe deyin sizde benim akılsız köylülerim. Bu büyük felaket bakın oradaki kâfirlerin yüzünden oldu, diye Oset köyünü işaret eder. Onlar Galmu suyuna büyü yaptılar ve taşkın suları bizim tarafa doğru akıttılar. Sizler akılsızlığınızdan yok olacaksınız.
Allah’a karşı bütün görevlerini eksiksiz yerine getiren köylüler Allah’ın böyle büyük bir cezasını hakketmediklerini ve de felaketin mutlaka bir sebebi olması gerektiğini düşündükleri için İmam’a inanırlar ve gözyaşları içinde ve kinle Oset köyüne doğru çevirirler bakışlarını.
Aradan zaman geçer, havalar düzelir, sular çekilir ama İmamın ve sözü geçen diğer köy ileri gelenlerinin Oset kâfirlerine karşı köylüyü kışkırtma çabaları devam eder. Bir gece yarısı Oset köyüne bir yabancı atlı gelir ve hızla Ahmet’in evinin önünde atından iner ve kapısını çalar. Gelen kan kardeşi Said’dir.
-“Bir aydan beri İmam bütün köylüleri iyice doldurdu. Onun sözü taşa bile geçer. Hepsi kızgın kurt gibiler, tarlalarımız, ürünlerimiz Osetlerin yüzünden sular altında kaldı diyerek hepsini köyünüze saldırmaya hazırladı. Yarın toplanıp gelecekler ve size, tarlalarınıza ve köyünüze zarar verecekler. Ben bu duruma açıktan karşı çıkamadım; eğer karşı çıksaydım benimle alay ederler ve hakkımda alaycı şarkılar yaparlar”.
İki kan kardeşi yaklaşan felaketi önlemek için plan yaparlar ve Said sabaha karşı köyüne döner. En yakın ve güvendiği arkadaşlarıyla konuşur, anlaşırlar. Said İmamın karşısına çıkar ve keşif yapmak için altı atlı gencin önden gönderilmesini teklif eder. Teklif kabul edilir ve atlı gençler yola çıkarlar. Sabah namazından çıkan köylüler başlarında Said olmak üzere İron köyüne doğru kalabalık bir gurup halinde yola çıkarlar.
Köylüler Oset köyüne yaklaştıklarında önden giden gençlerden biri nefes nefese önlerine çıkar ve Osetlerin köye yakın bir yerde tuzak kurduklarını ve arkadaşlarının hepsini rehin aldıklarını, kendisinin de zar zor kaçabildiğini haber verir. “Hepsi silahlı ve bizi bekliyorlar” diye ilave eder. Bu arada Said’le göz göze gelir ve karşılıklı birbirlerine göz kırparlar.
Köylüler afallar ve ne yapacaklarına karar veremezler. “Saldıralım, gençlerimizi kurtaralım” diyenleri Said sakinleştirir. Tartışmalardan sonra, Said’in teklifi üzerine, Osetlere elçi gönderelim gençleri serbest bırakmak için şartlarını bildirsinler, diye karar alırlar. Osetler de bir temsilci tayin ederler ve görüşmeler başlar. Sonunda şöyle bir karar alınır: İki köyden birer güreşçi seçilecek ve güreş yapacaklar. Eğer İnguş güreşçi yenerse gençler serbest bırakılacak; yok eğer Oset yenerse İnguş köylüler köylerine dönecek; yenişemezlerse her iki köy birlikte yemin edecek ve artık birbirlerinin sürülerini çalmayacaklarına ve bundan böyle barış içinde yaşayacaklarına dair söz vereceklerdir.
Ahmet ile Said’in güreşmesine karar verilir. “Şikeli” güreş başlar ve akşama kadar devam eder. Güreşçiler yenişemezler ve köylüler anlaşma gereği barış yaparlar ve gençleri de alarak herkes köyüne döner.
Aradan zaman geçer ve bir gün Ahmet’le Said, kuzeyde, Terek nehrinin ötesindeki bir Keşeg (Kabardey) köyünün merasından at çalmaya karar verirler. Uzun bir yolculuktan sonra köye varırlar, otuz kadar atı gece yarısı önlerine katar ve Terek’in öteki tarafına geçirir ve atlarla birlikte Elhot köyünün ormanına gelirler. Ahmet yolda hastalanmıştır ve tehlike de kalmamıştır artık. Said Ahmet’e, “sen önden bizim köye git ve eve haber ver atlara yer hazırlasınlar; hem sen hastalandın, istirahat edersin” der ve Ahmet’i gönderir. Ahmet gece yarısı Said’in evinin önüne gelir ve evin erkeği Said evde olmadığı için evde yatmak istemez ve evin önünde duran at arabasının üzerine kabanına iyice sarılarak uzanır. Bu arada Said’in on üç yaşındaki tek oğlu amcasının evinden kendi evine gelir ve bahçeye kapıdan değil de duvardan atlayarak girmek için duvarın üzerinden atlar. Ahmet karartıyı görünce hırsız sanarak ateş eder ve çocuk ölür. Evdekiler çıkarlar silah sesine, olay anlaşılır ve ağlaşmalar, dövünmeler başlar. Bu arada Said de eve gelir. Olay kazadır ve Said büyük üzüntüsüne rağmen Ahmet’e hiçbir kötü laf etmez.
Aradan zaman geçer ama olay unutulmaz. Köylüler konuşmaya başlarlar:
-Ne erkekmiş Said. Oğlunun kanını yerde bıraktı. Ahmet onun tek oğlunu bilerek öldürdü ve karısı Şaziret’le kaldı baş başa. Said’in burun delikleri yokmuş…
Said bütün bu söylentilere kulaklarını tıkar ve taş gibi kalarak yasını tutmaya devam eder. Ahmet de sürekli yastadır. Ancak Said’in arkadaşları da yavaş yavaş ondan uzaklaşır ve ona küçümser gözlerle bakmaya başlarlar. Said bütün bunlardan etkilenir ve harekete geçmeye karar verir.
Bir gün Ahmet’in evine Said’in köyünden bir genç gelir ve Ahmet’e Said’den bir mesaj getirir:
-“Ahmet, benim tek oğlumu ölülerin yanına gönderdin. Benim kökümü kuruttun, evlatsız kaldım. Eğer yüreğimin buzlarını eritmek istersen bana üç oğlundan birini gönder, onu öldürüp kanımı alayım:”
Ahmet uzun uzun düşünüp taşındıktan sonra:
-“Kan kardeşim haklı, bir yemin ettim ve onu bozamam” der ve büyük oğluna Makhal gençle birlikte uzun sürecek bir ava gideceğini söyleyerek gönderir.
Aradan uzun bir süre geçtikten sonra Said’in elçisi genç bir daha gelir ve acısının hala dinmediğini ve ikinci oğlunu da göndermesini istediğini söyler. Said aynı duygularla ikinci oğlunu da gönderir. Aradan bir seneden fazla bir süre geçer ve İnguş genç bir daha Ahmet’in kapısını çalar: üçüncü oğlunu da istemektedir.
-“Ne olursa olsun artık, der, acı patlıcanı kırağı çalmaz, yemin bozulmaz”. Üçüncü oğlunu da gönderir.
Aradan aylar geçer, mevsimler değişir ve İnguş elçi Ahmet’in kapısını tekrar çalar.
Said:
-Bütün bu felaketler başıma senin yüzünden geldi. Temiz ellerimi senin genç çocuklarının kanına boş yere bulaştırdım. Benim tek oğlum senin ellerinden ölülerin yanına gitti. Bütün bunların tek çaresi sen kendin geleceksin, başka yolu yok”.
Ahmet önce ne yapacağına karar veremez. Bütün hayatını gözünün önüne getirir, onca uğraşlarına, çabalarına rağmen istediği, arzu ettiği hayatı yaşayamadığını düşünür. İnsan kaderinden ve alın yazısından kaçamaz, der:
-“Erkek adam çiçek gibidir, çiçekler balarılarına (ilaç gibi) bal verir. Ama çiçeklerin ömrü de kısadır, bugün doğar yarın ölürler. Yeminimi bozarsam, çocuklarım değilse bile, Osetlerin yüzlerini kara çıkarmış olurum, gülünç duruma düşmektense ölüm evladır!”.
Ahmet böylece yaşam kapısını kapatır ve eşi Zalihan’a:
-Ben uzun bir yolculuğa çıkıyorum. Köz deyince ateş olmaz, ama yine de eğer seneye bu zamanlar oğullarımızla birlikte gelmezsem anla ki bir gerçek dünyaya gittik.
Köylüler kış hazırlıkları yaparken Ahmet, dudaklarında mutlu bir gülümseme, köyüne bakışlarıyla veda ederek İnguş köyü Tojıhay’e doğru öldürülmek üzere yola çıkar. Said’in kapısını çalar. Elinde tabancası ile Said açar kapıyı.
-Geldin mi?
-Geldim, ama biz bu işi o felaket günü yapsaydık daha iyi olacaktı, kan kardeşim.
Said tabancasını Ahmet’e doğrultur ve başıyla işaret ederek, önden kesimhaneye doğru yürümesini ister. Ahmet önden yürüyerek kesimhanenin kapısından içeri girer ve üç oğlunu da orada güreş tutarlarken görünce bayılacak gibi olur; geriye döner ve kendini Said’in sıkı kollarında bulur:
-“Ahmet, sana bu çok ağır oyunu oynadığım için beni affet. Bu günden itibaren sen benim kan kardeşim değil, ama benim yeni bulduğum gerçek kardeşimsin. Bugünden itibaren Oset ve İnguş’un arasındaki Galmu nehrinin suyu bir ananın sütü gibi temiz ve helal olarak akacak”
Çeviren: Hayri Ata
KAYNAK:
Хъайтыхъты А.Б. Хæхты таурæгътæ. — Дзæуджыхъæу: Ир, 2013 аз.
Kaytıhtı Ajamet, Dağların Efsaneleri, Zevcikau, Osetya, 2013
Bu Hikayeyi Orjinal Dilinde Okumak İçinTıklayınız
Kaytıhtı Azamet Kimdir?